Safiyuddin Abdülmümin Urmevi ( ? – 1294)
Mûsikimizin asıl büyük ismi, Sultan Veled’le hemen hemen çağdaş olan Safiyuddin Abdülmümin’dir. Türk Mûsikisi kaynaklarında Urmiyeli Safiyuddin, Safiyuddin Abdülmümin Urmevi, İbni Fâhiri’l Urmevi, Safiyuddin Abdülmümin bin Yusuf bin Fâhir gibi isimlerle anılan bu büyük nazariyatçının doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. Takriben yetmiş yaşlarında 28 Ocak 1294 tarihinde Isfahân’da
öldü. Ailesi Urmiye’li (Rızaiyeli) olmakla birlikte, doğum yeri belli değildir. Ailece, o zamanın sanat ve kültür merkezi olan Bağdat’a göçetmiş olmaları Safiyuddin’in doğum yerinin bu şehir olduğunu akla getiriyor. Son Abbasi halifesi Mutasım Billâh’ın (öl. 1258) musahipliğinde bulunuşundan önceki yıllara ait hayat hikâyesi karanlıktır. O yıllarda genç yaşında ün kazanmış bir mûsikişinas olduğu, hem sarayda görev almasından, hem de halifenin ölümünden sonra vezir Alâeddin Cüveyni’nin eserlerini yazması için ona yetki vermesinden anlaşılıyor. İyi bir öğrenim gördüğünü, iyi yetiştiğini elde bulunan eserleri doğruluyor. Türklüğü ve Türkleri görmezlikten, bilmezlikten gelen yabancı araştırmacıların bu büyük insanı Arap olarak kabul etmesi bir bakıma doğal sayılabilir. Çünkü, bu durum Avrupalıların eski bir hastalığıdır. Ancak, silinmez bir “Urmevi” yâni Türk etiketi taşıyan Safiyüddin’e Türk yazarlarının Arap demesi şaşılacak bir şeydir.
Bağdat sarayında mûsikişinas ve ud sanatkârı olarak çalışırken, aynı zamanda halifenin ünlü kitaplığının idaresine bakıyor ve “müstensih”lik yapıyordu; yâni kitapları el yazısı ile çoğaltıyordu. Çok sevilip sayıldığı, yılda beş bin dinar gibi büyük bir ücretle çalıştığı bu mutlu günler çok sürmedi. Moğol imparatoru Hulâgu’nun 1258 yılında Bağdat’ı istilâ etmesi ile her şey son buldu. Halife öldürülmüş, şehir yerle bir edilmiş, kütüphâne yıkılıp yakılmış, kitaplar Dicle nehrine dökülmüştü. Bu karışık günlerde yeni hükümdârın huzûrunda Safiyüddin’in ud çaldığı, sanatı ve bilgisi sayesinde hayatını kurtardığı anlaşılıyor. Nitekim hem bağışlanmış eski saygınlığı geri verilmiş, hem de yıllık tahsisatı on bin dinara çıkarılmıştı. Bir yandan da bu hizmetleri sürdürürken, bir yandan da İlhanlılar’ın başveziri Şemseddin Cüveyni’nin iki oğlu Bahaeddin Muhammed (öl. 1279) ile Şerafeddin Harûn’un (öl. 1286) hocalığını yapıyordu. Bu iki kişi daha sonra sanat ve edebiyatın koruyucusu olmuşlardır. Bu görevlerden başka Şemseddin ve Alâeddin Cüveyni’lerin ısrarı ile “İnşâ Divânı”na getirildi. Bahaeddin Muhammed Isfahân valisi olunca, 1265’de onunla birlikte Isafahân’a gitti. Cüveyni ailesinin eski gücünü yitirerek çökmesi üzerine Safiyüddin de unutulmuş, hayatının son yıllarını tam bir yoksulluk içinde geçirerek üç yüz dinarlık borcunu ödeyemediğinden hapse atılmış, 1291 yılında hapishanede ölmüştür.
Elde bulunan eserleri, kütüphaneciliği ve diğer görevleri göz önünde tutulursa büyük bir yazar olduğu anlaşılır. Ayrıca Yakût ve İbni Mukla ayarında bir hattatdı. Bu konuda bir eseri günümüze gelmemiştir. Safiyüddin’den önce de pek çok mûsiki nazariyecisi yaşamıştır. Bunlar arasında İbni Tağribirdi, İshak al-Mavşili, Farabi, İbni Sina, İbni el-Zaila (öl.1048), El Mâsûdi (öl.957?), Ebu’l –Farac el-Isfahani (öl.967) sayılabilir. Safiyüddin, kendinden önce yaşayanların ileri sürdüğü farklı görüşleri derleyip toplamış, sistemleştirmiş, İslâm mûsikisine en parlak dönemini yaşatmıştır. Bilindiği gibi dörtlü ve beşlilerle diğer aralıkların peşpeşe sıralanması ile ortaya çıkan dizilere eskiden “devir” denirdi. O zaman kadar ortak bir görüş altında toplanamayan bu kavramları ilk kez “tasnif” eden, “şedd, âvâze, mürekebât” adını veren de Safiyüddin’dir. Onun bu sıralaması daha sonraki yüzyıllarda yazılan mûsiki kitaplarında aynen devam etmiştir. Kendisinden sonraki yıllarda yaşamış olan Kudbeddin Şirazi (1236-1311), Muhammed bin Mahmud el-Âmili (14.yüzyıl), Lâdikli Mehmed Çelebi, Merâgalı Abdülkâdir gibi bilginler bu görüşleri geliştirmişlerdir, konuya en büyük katkıyı Albdülkâdir yapmıştır.
Farabi ile Safiyüddin’in nazari görüşlerinin bazı bölümlerine bugün “ölü nazariyeler” gözü ile bakılmaktadır. Farabi, Safiyüddin ve Merâgalı Abdülkâdir’den sonra mûsikimizde o kadar değişiklik olmuştur ki, bu değişikliklerin eksiksiz ve kronolojik sıralaması bugüne kadar yapılamamıştır. Bununla birlikte Safiyüddin’in eserleri Doğu ve Batı müzikologlarınca derinlemesine incelenerek yayınlanmış, Türk Mûsikisinin başlıca kaynağı olmuştur. Daha sonraları yaşayan nazariyatçıların eserleri, onun ortaya koyduğu görüşler temel alınarak yazılmıştır.
Aynı zamanda bestekâr olan Safiyüddin, Kındi’den sonra “Ebced Notası”nı ilk kez kullanan sanatkârdır. Nevrûz makamında ve remel usûlü ile bestelediği murabbat mûsikimizin en eski beste örneği olarak kabûl edilir. Türk Mûsikisi’nin ses sistemini bilimsel temele oturtan adamdır. Isfahân’da bulunduğu yıllarda santur ve nüzhe ya da mugni ve kanun’u icat ettiği söylenir. Bir başka yazar bu sazlara bir de lavta eklemişse de kaynak göstermiyor.
Mûsikinin pratik yönleri ile uğraşarak birçok mûsiki âletini çalmasını bilen ve bu yönden Farabi’ye benzeyen, tonal sistemimizde yenilikler ortaya koyan, makamlarımızın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini inceleyen, Bağdat’ta gelişen bu mûsikiyi yabancı etkilerden kurtarmaya çalışan büyük bir ses diziği ustasıdır.
Eserleri:
Safiyüddin Abdülmümin Türk olduğu halde, çağının ilim dili Arapça olduğu için eserlerini bu dil ile yazmıştır. Bu eserlerin hemen hemen hepsi Batı dillerine çevrilerek yayınlanmıştır.
1-Yüz otuz kadar bestesi olduğu ileri sürülürse de bunlardan ancak bir tanesi günümüze gelebilmiştir.
2-Risalâtu’ş Şerefiyya fi’n-Nisabü’t –Telifiye: Bu kitabını 1252 yılında Şemseddin Cüveyni için kaleme aldığını iddia edenler olduğu gibi kaynak gösterilmeden öğrencisi Şerafeddin Harûn’a sunulduğunu kabul edenler de vardır. Kısa adı ile Şerefiyye, beş makale halinde düzenlenmiştir. Ses fiziği, tellerin titreşimi, ses yüksekliğinin tellere oranı, mûsiki aletlerinin uzun ya da kısa oluşu ile seslerin değişimi Kitabü-l-Edvâr’dan daha geniş olarak anlatılmıştır.
3-Kitabü’l-Edvâr: Bu eserinde de birincide olduğu gibi nağmeleri araştırmış, tellerin boyuna göre elde edilen seslerin değişmesini incelemiş, tellerin özelliklerinden söz etmiş, başta ney ve mizmar olmak üzere birçok saz hakkında bilgi vermiş, özellikle ud’u uzun uzun anlatmıştır. Kitabü’l Edvâr on altı fasıl olarak yazılmış, makamlar on yediye yarılmıştır. Fasıllar şunladır;
Mukaddime
Nağmenin tarifi, tizlik ve pestlik
Perdelerin taksimi
Aralıkların oranları
Uyumsuzluk nedenleri
Uyumluluk
Devirler ve oranları
İki telin oranlaması
Ud’un telleri
En çok kullanılan devirler
Diğer devirler
Iskalalar
Akord biçimleri
İka’ devirleri
Nağmelerin tesiri
Eser örnekleri
Ahmed oğlu Şükrullah (1388-1470) bu eseri “Terceme-i Kitâb-ı Edvâr” adı altında Türkçeye çevirmiştir. Merâgalı Hoca Abdülkâdir ise “Şerhü’l Kitab-ı Edvâr” ismi altında açıklamasını yapmıştır. Baron d’Erlanger eseri Fransızca’ya çevirirken Mevlâna Mübarek Han’ın şerhi ile Şerefiye’nin tecümesini esas almıştır.
4-Fi-l Ulûmi’l Arûz ve ‘l-Bedi: Aruz, kafiye ve estetik kurallardan söz eder.
Özet olarak Safiyüddin Abdülmümin, yaşadığı dönemde mûsikiyi bilimsel, teknik ve klâsik kalıplara koyarak ortak bir Türk-İslâm mûsikisinin doğmasına çalışmış, Türk Mûsikisi’ni sistemleştirmiş ve günümüze kadar gelebilmesini sağlamıştır.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Henüz yorum yapılmamış.