Müzikte Evrensellik I
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Aksiyon’un 66. Sayısındaki yazımın sonunda, müzikte evrensellik konusunu daha sonraki bir yazıda ele alacağımı vaadetmiştim. O vaadi şimdi yerine getiriyorum. “Bütün dünyaya şamil, umumi” anlamındaki Latince “universalis” sıfatından Fransızca “universel”e, oradan da -“ecole”den “okul” örneğindeki gibi bir ses benzerliğinden faydalanıp- “evrensel” olarak Türkçeye.. “Cihanşümül”ü Türkçeden atmak için ne kolay, ne cazip bir yol değil mi? İşte Türkçe’nin 20. Yüzyıldaki hazin macerası! Müzikte evrenelik konuşacağız derken söz dile kaydı. Nasıl kaymasın? Bir toplumun kültürü söz konusu ise, sanatı dilinden, dili tarihinden, tarihi dininden, dini örf ve adetlerinden ayrı düşünülebilir mi? 20.yüzyıl Türkiyesi’nin, “kendinin olanı başkasına mal edip başkasının olanı kendininkinin yerine koyma” gafletinden müzik nasiplenir de dil nasipsiz kalır mı? İşte gafletin, uyku veren tatlı şurubu: At, at, at,neyin varsa hepsini at, hiçbir şeyin kalmayana kadar at! At ki benim verdiklerimi kendinin zannederek kolayca benimseyesin! Hem senin neyin vardı ki zaten? Sen bir göçebe kavimsin; dilin Arap ve Acemden, dinin Araptan, yazın, süslemen, minyatürün, müziğin, mimarın hep Araptan-Acemden, Yunan-Bizans-Rum-Ermeni’den. Senin zaten kendinin olan bir şeyin yoktu ki!…
Tanzimat’tan bu yana (150 yıldır), her yaştan-her baştan-her çevreden insanıma empoze edilen bu! Kimlik ve kişiliğini kaybettirip, onu rüzgarın önünde bir oraya, bir buraya savrulan kuru-ölü-beyinsiz bir yaprak haline getirmek için. I.Dünya Savaşı’na kadar Fransız hayranı ve onun taklitçisi; II.Dünya Savaşı sonuna kadar Alman hayranı ve onun taklitçisi; Almanlar harbi kaybettikten sonra da Amerikan hayranı ve onun taklitçisi ( bir tek kendinin hayranı ve taklitçisi değil; çünkü tanımıyor; beyni yıkanıp unutturulmuş). Taklitçilik önce eğitim, sonra ekonomi sisteminde; çünkü diğer bütün sistemlerin kalbi ve merkezi bu iki konu. Şimdi… Eğitim dersiniz de müzik bunun dışında kalabilir mi? Az önce “Sen müziği Arap-Acem-Yunan’dan aldın, kendi müziğin yoktu” derken, aslında tam olarak bu değildi demek istediğimiz (şurup devam ediyor): Yani kendi ilkel bir halk müziğin vardı tabii; ama Batıdakiyle boy ölçüşebilecek bir klasik müziğin yoktu (hatırlasana, Melih Cevdet Anday üstad, Bulgaristan’daki konferansında “Türklerin klasikleri yoktur” cevahirini yumurtlamamış mıydı?). İşte onun için, bazılarının hala “klasik Türk Müziği” demekte ısrar ettiği bu Arap-Acem-Bizans karması, Osmanlı saray artığı meyhane müziğini atıp Batının gelişmiş müziği ile kendi halk müziğini alacaksın. E, hani o ilkeldi? Canım, tabii ilkel, ama sen onu bu haliyle değil, Batının çağdaş kurallarına göre işleyip çok sesli-evrensel hale getirdikten sonra dinleyeceksin. Bütün yapacağın bu.
Bazen çocuklarımıza söylediğimiz “Sen şimdi uyu, uyanınca parka götürücem, sana balon alıcam, gofret alıcam…” şeklindeki avutmalarımız vardır ya… Onlar, şu yukarıdaki yalanlara göre, yalan bile sayılmayacak kadar masum kalır. Bu yalanlara kanan insanlarımız ve gençlerimizse daha da masumdurlar, çünkü mikropların hücumuna karşı 100 yıldır aşısız bırakılmışlardır. Keşke onları, “İyi ama efendim, sizin bize evrensel diye kabul ettirmeye çalıştığınız şey, Batının kültürü değil mi? Bu kültür de onların tarihinin, coğrafyasının, sosyal yapısının, dil ve dinlerinin meydana getirdiği, dolayısıyla bize yabancı olan bir kültür değil mi? Niye kendimin olanı atıp kendimin olmayanı onun yerine koymayı kabul edeyim ki?” cevabını verebilecek bir şuurla techiz edebilseydik!… Keşke onları, “Efendim müzik her kültürün kendi öz mantığı ile konuştuğu bir dildir, evrensel falan olamaz” diye girip, “Eğer Itri’den aldığı zevki Bach’tan almıyor diye bir Türkü cahil veya çağ gerisi sayacaksanız, bir Batılıyı’da Bach’tan aldığı zevki Itri’den almıyor diye aynı şekilde cahil veya çağ gerisi sayacak mısınız? Sorusunu sorabilecek bilgi, güven ve inançla yetiştirebilseydik!… Zümre toplantısı adını verdikleri mesleki toplantılarda “Biz okullarda Türk Müziği istemiyoruz” diye bağıran müzik öğretmenleri ile, elinde udla yürüyen birisini görünce “Aa kanuna bak” diyen üniversite öğrencileri yetiştiren böyle bir sistemden, o şuuru beklemek elbette boşunadır. Ama belki bir gün bu devran da döner, uyku veren tatlı şurubun tesiri geçer de, gelecek yüzyıllardan 20. Yüzyılımıza dönüp baktığımızda, “Ne kadar aptalmışız!” diye ibret kahkahaları atar, “Bizi böyle gafletlere bir daha düşürme yarabbi!” diye niyazda bulunuruz. Kimbilir? …(18 Mayıs 1996)
Henüz yorum yapılmamış.