Müzikte Evrensellik II
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Batılının evrensellikten anladığı “otantiklik”, yani “asliyyet”dir. O da bizim en çok korktuğumuz ve kaçtığımız şey. Asliyyet nedir? İnsanın kendisi (tamamen kendisi) olması; her nasılsa, öyle olması.Ama bu bizim Tanzimattan bu yana, “olmamaya” çalıştığımız şey değil mi? Hem niçin kendimiz olacakmışız ki? 700 yıl kendimiz olduk ta ne geçti elimize? Artık biraz da başkası olalım canım! Aa, nedir bu yani, esir miyiz?!.. Adnan Saygun’a “Yunus Emre Oratoryosu’nu yazdırtan, “Koskoca bir Müslüman Türk evliyasının Katolik ayininde ne işi var?” diye düşünmesine bile imkan vermeyen, işte bu aşağılık kompleksiydi… Muhiddin Targan’ın “Koşan Çocuk”, “Kanatlarım Olsaydı”, “Kapris I,II” diye, Türk müziğinden çok daha fazla basit Batı müziği edüdlerine benzeyen parçalar bestelemesine, udi bir Türk (mesela bir Nevres Bey) gibi değil de, birkaç ay ud çalışmış bir İspanyol gitarcısı gibi çalmasına sebep olan şey, kendi kültür, zevk ve uslubunu gizliden gizliye küçümseyen bir Tanzimat aristokratının büyüklük kompleksi değil miydi?
Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının yayını Türk Musikisi Ansiklopedisinin “bütün Türk Musikisi tarihinin en büyük bestekarı” olarak tanıttığı H.Saadeddin Arel’e, Türk musikisinin makam-usul ve formlarıyla bestelendikleri halde, o musikinin uslup, zevk ve adabından eser bulunmadığı için müzisyenlerin icra etmedikleri parçaları besteleten, “Ben Türk musikisinin mazideki tecelliyatına değil, istikbaldeki çoksesli hayaline meftunum” dedirten, aynı kompleks ve aynı evrensellik şartlanmışlığı değil miydi? Musikimizin mazideki tecelliyatına (yani geçmişteki kötü kaderine –bir sokak kadınının hazin macerası gibi) değil, gelecekteki çoksesli “hayal”ine tutkunmuş Üstad! Allah’tan vecize söyleyeyim derken, çokseslilik tutkunluğunun bir hayalden ibaret olduğunu –bilerek veya bilmeyerek- itiraf etmesi, hoş bir sürçme olmuş.
TRT’nin ünlü şeflerinden birinin yönetiminde periyodik olarak verilen TV konserlerinden birinde, şiiri R.Körüklü’ye ait Hüseyni makamında “Turnalar” adlı bir türküm yayınlanmıştı. Beste öyle yapılmadığı halde, nezaketen görüşümün alınmasına dahi lüzum görülmeden nakarat kısmı çokseslendirilerek icra edildi. Ancak, bu Türk kaşığı ile Batı çukulatası yeme hastalığı, bir Tanzimat uzantısı olan Piyano belasını Türk musikisinin başına saran (Uşşak, Hüzzam, Karcığar fasıllarında bile piyano çaldırmakta mahzur görmeyen) TRT’ye mahsus değil. Kültür Bakanlığı İzmir Devlet Korosu da, aslı klasik tarzda olan eserleri, üstelik bestecilerimizin gözü önünde, çokseslendirerek (daha doğrusu mokseslendirerek) okumakla tatmin oluyor; bunu pek büyük bir marifet zannediyor. Görülüyor ki, klasik eserlerimizin çokseslendirilince evrensel olacağını zannetmek gafletinde olan, sadece Timur Selçuk değil (sari hastalık kamp tanımıyor).
İşte evrensellik adına yaptığımız bütün bu ucuzluklar, 200 yıldır pençesinde kıvrandığımız derin aşağılık kompleksinin tezahüründen başka bir şey değil. Rodrigo Gitar Konçertosu besteler de, bizim kanun virtüözümüz Ferit Alnar Kanun Konçertosu besteleyemez mi? Fakiri de ud virtüözü sayan evrensellik tutkunu bazı dostlar, “Yahu bir Ud Konçertosu beslelesene!” diye yıllardır ısrar edip dururlar. Güler geçerim. Sibelius “Finlandiya”sı ile evrensel oldu, eğer böyle bir şey varsa. Bizim bestecilerimizse’,evrensel olalım diye, Van Gogh, Gılgamış, Midas’ın Kulakları diye opera besteliyorlar, yazık.. Önce Paris’te “Academia İnternationale de Lautece”in 13.Uluslararası Büyük Sanat Yarışmasında tek altın madalyayı kazanan, akabinde Fransız Radyosunca LP ve CD olarak yayımlanan, Bayatiaraban makamında bestelediğimiz Mevlevi ayini de dünyanın bütün büyük plak mağazalarında, ülkemizin adının altında yıllardır satılıp duruyor. Eğer şu evrensellik, kendinin olanı, kendinden vazgeçmeden çağa sunabilmek demekse, yabancının makyajıyla allayıp pullamadan (yani çoksesli-moksesli yapmadan), onun ülkesinde, onun müzik meraklısının para verip alacağı asliyyetine sahip bir sanat eseri olarak ortaya koymak demekse, bu şeref bize yetmez mi? Ud konçertosu besteleyip de, önce özendiğim kültürün insanlarını güldüreyim mi? Yazıyı kendimden örnek vererek bitirmek değildi amacım. Söz akıp oraya geldi; bağışlayınız. (1 Haziran 1996)
Henüz yorum yapılmamış.