Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Tanburi Cemil 124 Yaşında

10.09.2017
1.749
Tanburi Cemil 124 Yaşında

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

79 yıl önce (28 Temmuz 1916 günü), Türk müzik sanatının dehalarından Tanburi Cemil Bey, 45 yıllık geçici nefesini, ebedi nefesini almak üzere Sahibine teslim ediyordu. Köşemizin bugünkü yazısını, fakirane bir Fatiha niyetine kabul olunmak üzere kendisine ayırıyoruz.

Bir Saint-Saens, bir Paganini, bir Mozart gibi, sanat ufkunda yüzyıllarda bir gelip geçen kuyruklu yıldızlar misali musiki semamızı aydınlatan Cemil Bey, eline aldığı Türk musikisi sazlarını o ana kadar tasavvur dahi edilememiş olan bir müzikalite ve dinamizmle çalmış, bu dünyadan ayrıldıktan sonra da musikimizin hemen bütün dalları ve sanatkarları üzerinde silinmez izler bırakmıştır. 1871’de İstanbul’da doğmuş olan sanatkarı, bu sebeple, hiç ölmemiş kabul etmek mübalağa sayılmaz. Çocukluğu peşpeşe ölümler, sürekli çevre değişiklikleri, sonuç olarak da türlü baskı ve sıkıntılar içinde geçti. Esasen çok zayıf ve aşırı nevrastenik bir bünyeye sahipti. Mülkiye Mektebi’nde okudu, Fransızca öğrendi, Batı müzik dünyasından tercümeler yaptı, nazariyat kitabı yazdı (Rehber-i Musiki, İst. 1901 ve 1924); musiki lugatıyla Kemençe Metodunu ise bitiremedi. Bütün bu meşgaleler, çocukluğundan beri icad ettiği oyuncak çalgılar ve büyünce oyuncak gibi çaldığı çeşitli aletler (tanbur, çöğür, lavta, ud,zurna, kemençe, yaylı tanbur, viyolensel), içinde kaynayan ıztırab selinin dışa vurduğu küçücük birer menfezidiler. Hz.Mevlana’nın ‘ayrılığın acısıyla feryad eden’ neyi gibi, bir ömür boyu hıçkırarak çaldı. Başlıbaşına bir müzik formu haline getirdiği ‘taksim besteciliği’nin 4 dakikalık gramafon plaklarına ancak sığdırabildiği minik şaheserleri, İtalyan şairi Giacomo Leopardi’nin şiirlerindeki sonsuz melalin mızrap ve yay dilinden ifadesi gibidir.

Havayı kapalı görünce ‘bugün güneş yok’ deriz. Oysa güneş hep vardır ve her günkü dünyayı aydınlatıp ısıtma görevinin başındadır. Ama yoğun bulutlar onu görmemizi engeller, ışığı da, ısısı da bize kadar ulaşamaz. Aynı şekilde kendi çapında bir ışık ve ısı kaynağı olan insanın, öz değerlerini görmesini de şuurundaki bazı yoğun bulutlar engeller.Bunlar sevgisizlik, güvensizlik, inançsızlık kümülüsleridir. O kara bulutlar yüzünden insan da soğuk ve nursuz olur. Bu her biri değişik türde ısı ve ışık kaynağı olan milletler için de böyledir. Kompleks, saplantı ve özenti bulutlarından sıyrılamayan toplumlar, içlerindeki büyük ışık ve ısı enerjisini göremez, anlayamaz, bu yüzden hep karanlık ve soğuk olur, Işığın da, ırasının da başka kültürlerden gelmesini beklerler. Ve onlar bekleyedursun, sevgili -güvenli-inançlı öbür kültürler – onların göremediği veya eski diye tukaka ettiği ışıklardan da yararlanarak- hep daha sıcak ve ışıklı, ilerler dururlar. Arkalarında kendilerini, geçmek şöyle dursun, yetişmenin bile mümkün olmadığını düşünemeden, dilleri dışarıda nefes nefese takip edip sadece taklitle tatmin olanlara hem ‘3.dünya ülkesi’ adını takar, hem de bıyık altından gülerler. ‘Biraz daha maymunlaşırsanız, sizi topluluğumuza alacağız’ diye dalgalarını da geçerler. Arkadakiler kendilerine göre ilerliyor olsalar da, aradaki mesafe git-gide açıldığı için (biri 60, bir 120 ile giden iki araba gibi), aslında hep daha fazla gerilemekte olduklarını bir türlü anlayamaz, veya anlamak istemezler.

Washington’da hastaneye gidip gelirken, otobüs güzergahında bulunan ‘Duke Ellington School of Music’in önünden her geçisimde bir burukluk hissederdim. Ellington, 1899-1974 yılları arasında yaşamış büyük bir zenci cazcı. Tanburi Cemil de benim kültürümün en büyüklerinden. Peki benim ülkemde de bir ‘Tanburi Cemil Müzik Akademisi’ niye olmasın?.. Türkiye’de böyle bir şeyi devletten beklemek boş bir hayaldir, çünkü bizde müzik kültürü Batıcıların güdümündedir. Nitekim en sağcı iktidarlarımızın dahi, Ankara’da bir Türk Musikisi Devlet Konservatuarı açmaya gücü yetmemiştir. Açılabilen, pavyon sanatçılarından oluşma bir korodur (yani işin eğlence tarafı). İstanbul’daki İTÜ Konservatuarı ise, 1926’da kapatılan Darülelhan’ın külleri üzerine, aradan 50 yıl geçtikten sonra, kültürel değil, politik şartların zorlaması sonucu yasak savma kabilinden açılmış olup, bin yıllık Dersaadet kültürünün hedeflendiği ölçüde kazınamamış olduğunun göstergesidir. İnşallah Türkiye’de de bir gün gelecek, müziksever hayırseverlerimiz , bu satırların yazarının en büyük arzusu olan ‘TANBURİ CEMİL MÜZİK AKADEMİSİ’nin kurulması için imkanlarını seferber edeceklerdir. Bizim şahsen bu günlere kavuşmamız zayıf bir ihtimal olarak görünüyor. Yine de Yaratan bilir… (29 Temmuz 1995)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.