Mevlana 800 Yaşında
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
İslamı yetiştirdiği en büyük mutasavvıflardan biri ve –dinimize dünya çapındaki hizmeti göz önüne alınacak olursa belki de en büyüğü olan, bilginler şahı (sultanu’l-ulema) Bahaeddin Veled’in oğlu Muhammed Celaleddin (Belh 1207- Konya 1273), bir ‘efendimiz’ anlamında ‘Mevlana‘, biri ‘Anadolulu‘ anlamında ‘Rumi‘ olarak iki sıfatla anılır. Çok eski bir Türk (Şaman) geleneği olup X.yy.da Ahmet Yesevi Hz.nin geliştirdiği sema’ı, musiki ile birlikte toplu ibadetin ayrılmaz bir parçası haline getiren ve hudutsuz müsamahaya dayalı dünya görüşüyle, yalnız Türklerin ve Müslümanların değil, bütün insanlığın manevi sevgilisi olmuştur. Bütün söyledikleri, hikayeler ve gazeller şeklinde, Kur’an-ı Kerim’in şerhinden ve Resulullah (s.a.s) aşkından ibarettir. Bunun için de, şeriat ve tasavvufuyla islamı bütün olarak kavramadan, sol ayağım direk gibi şeriata çakılı, sağ ayağımla 18 bin alemi devrederim diyen Mevlana’yı anlamak mümkün değildir. [Sema esnasında yerle teması kesmeden sola doğru döndürülen sol ayağa ‘direk’ havadaki sağ elin de yardımıyla vücudu sola döndüren havadaki sağ ayağa ‘çark’ denir; ism-i celalin ‘AL-‘ hecesiyle kalkan sağ ayak, ‘LAH’ hecesiyle çarkı tamamlamış olarak yere basar. Hafi (sessiz, içten) olarak yapılan Mevlevi zikri bu sebeple, musiki eşliğinde kıyami (ayakta) ve devrani (dönerek yapılan) bir zikir türüdür]. Hz. Yunus’un (k.s) XIII.yy. Analolu Türkçesiyle yaptığı işi, o, çocukken öğrendiği (İslami kültür dairesinin ortak kültür dili olan) Farsça ile yapmış ve bu dilden yapılan tercümeler sayesinde doğudan batıya değişik kültürler tarafından tanınmıştır. Bizim bir Gölpınarlı‘mızla (1900-1982) bir Şefik Can‘ımıza (doğ.1910) karşılık (Allah onlardan razı olsun), ömürlerini Hz. Mevlana’yı tanımak ve dünyaya tanıtmak uğrunda harcamış olan İngiliz alimleri Reynold A.Nicholson (1868-1945) ve Arthur J.Arberry (1905-1964), Fransız Eva de Vitray-Meyerovitch’le Alman Prof. Annemarie Schimmel (doğ.1922), dünya durdukça saygı ve hayranlıkla anılacak Mevlana (dolayısıyle İslamiyet) aşıklarıdır.
Türkçedeki karşılığı, ses uyumu kuralı gereğince -cilik, -cılık, -culuk, -cülük, -çuluk olan -izm’ler, siyasi veya iktisadi doktrinlerin kısaltılmış adıdır. (devrim-cilik, ırk-çılık, -ülkü-cülük, -milliyet-cilik -Atatürk-cülük gibi) Ne var ki, siyasi-iktisadi düşünce sistemlerinin doktrinleşmesi ne kadar tabii ise, sanat ve inanç konularının doktrinleşmesi o kadar gayri tabii ve amaç dışıdır. Nitekim, evliyaullahdan hiçbir büyük zat (ne Yesevi, ne Rifai, ne Geylani, ne Mevlana, ne Nakşbend, ne de Halveti ) inancın yansıması olan yaşama tarzını sistemli bir ekol veya doktrin haline getirmemiş, kısaca kendi tarikatını kurmamıştır. Tarikatları kuranlar, o büyüklerin yolundan giden müridler, yani -ci’lerdir (Mevleviliğin Hz.Mevlana tarafından değil, oğlu Sultan Veled tarafından kurulduğu ve Mevlevilere önceleri ‘Mevlanai’=Mevlanacı dendiği gibi). Bu yüzden dindarlıkla dincilik (yani doktrincilik) arasında nasıl hiçbir ilgi yoksa, kendilerine -hele bugün- Mevlevi diyenlerle Hz.Mevlana ve anlatmak istedikleri arasında bir bağ kurabilmek de aynı şekilde mümkün değildir. Mevleviliğin birinci şartı, Kur’an-ı Kerim’i aslından okuyup hiç olmazsa bir bölümünün mealini verebilecek kadar iyi Arapça, Mevlana’nın eserlerini aslından okuyup kendi diline çevirebilecek kadar iyi Farsça bilmek ve çile (yani 1001 günlük tekke eğitimi) bugün mümkün olmadığına göre, en azından sema çıkarmış olmaktır. Bırakın Arapça va Farsçayı, biz 70 yıldır çocuklarımıza anadili olan Türkçeyi bile var gücümüzle unutturmaya çalışıyoruz (bu söylediklerim size abartmalı gibi geliyorsa, 40-50 yıllık öğretmenlerle biraz görüşün yeter). Bu durumda, bugün Mevlana Anma Töreni adı altında yapılan turistik panayır gösterileriyle, çevrenizde (yuriçinde ve dışında) gördüğünüz vakıf adlı kuruluşların sema gösterileri, adı zaten gösteri (yani show) olan ticari amaçlı istismardan başka bir şey olmamaktadır. Ben mevleviyim diyebilmek için (ki hiçbir gerçek Mevlevi bunu söyleyemez, söylüyorsa bilin ki değildir!), Mevlana’nın bir tür ibadeti olan semasını gösteriye çevirip tiyatro kumpanyaları gibi turneye götürmek yerine, eserlerini bugünkü yazı ve dile çevirip (veya bunun imkanlarını arayıp) -başta gençler olmak üzere- mümkün olan en geniş kitlelerce anlaşılmasını sağlamak gerekir. Boynuna kravatı, başına fötr şapkayı takınca batılı oluverdiğini zannetmek ne kadar gülünçse, başına sikke-i şerifi giyip sağ eli sol göğsünde gelene geçene baş kesip selam verince Mevlevi oluverdiğini zannetmek de o kadar gülünçtür.
Müzikle yakından ilgili okuyucularımıza not: Her ne kadar klasik Mevlevi ayinlerini meydana getiren eski büyük bestekarlarımızın hepsi Mevlevi ise de, 20.yüzyılda Mevlevi ayini bestelemek, Hz.Mevlana’ya (ve onun sevdiklerine) duyulan hürmetin müzik dilinden ifadesinden başka bir şey değildir; Mevlevi olma ile ilgisi yoktur. (13 Aralık 1997)
Henüz yorum yapılmamış.