Tanbur(-i)
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Ney(-zen) başlıklı yazıda, dini ve dindışı Türk musikisinin baş sazı, müzik kültrümüzün semavi temsilcisi Ney sazından ve bu sazın sanatkarlarından bahsetmiştik, bilgimiz ölçüsünde. Bu yazıda, musikimizin en zarif ve asil mızraplı sazı Tanbur’la çalanlarından söz edeceğiz. Her şeyden önce sazın adı bazı sözlüklerin yazdığı gibi Tambur değildir; ağzımızdan böyle çıksa bilr, aslı Sümerce ‘Pantur’ dan bozulma ‘Tunbur’ olduğu için, N ile yazılma zarureti vardır.Esasen bu zerafette bir sazın –yeğeni’ ud için de söz konusu olduğu gibi- Türklerin elinden çıkmış olması tabiidir, zira Türkler dışında hiçbir müzik kültüründe böyle bir saz yoktur. İleride konu edeceğimiz Ud gibi özbeöz Türk KOPUZ ailesin mesubu olan Tanbur; 30-35 cm çapında bir kürenin ortaya yakın kısmından kesilip küçük tarafı alınmış izlenimini veren bir kalıp üzerine dilim’lerle işlenen (kuyruk denen dip tarafında bazen hafifçe sivrileşen) tekne’si, bu tekneye dip takozu ile bağlanan 100-110 cm uzunluğunda D kesitli ince bir sapı (4-4.5 cm) ve tekne üzerine desteksiz olarak kapatılan 2.5-3 mm kalınlığında kapak’ı (göğsü); sapının uç kısmında üçü önden, dördü üstten saplanan, beşi çelik, ikisi pirinç (sarı) 7 telinin bağlandığı burgu’ları ve telleri taşıyan, kapağın dip kısmına yakın, gürgen veya kızıl ağacından trapezoid kesitli köprü şeklinde seyyar eşik’i olan bir sazdır.
Teknesi –ud gibi- ceviz, maun, pelesenk, kelebek, vengi, magase gibi ağaçlardan, 3-4 mm kalınlık ve 4-5 cm eninde (uçlara doğru sivrice) kesilip ıslatılıp ısıyla yuvarlatılarak, sade veya filetolu şekilde ütü ve tutkalla çevrilmek suretiyle yapılır. Göğsü ise –yine ud gibi- elyafı sık ve çok düzgün, budaksız akçamdan, boyuna simetrik iki parçalı olarak yapılır. (klasik tanburun ortada deliği yoktur); altında destek veya direği olmadığı için de tellerin basıncıyla eşik bölgesinde çukurlaşır. Teknesi son derece hafif olan tanburun ağırlığı sapının uzun ve dolu olmasıyla dengelenir. Sapı üzerinde Türk musikisinin gerektirdiği aralık düzenine göre bir oktavda 36 olmak üzere iki oktav genişliğinde katgut perde bağları vardır.Bir ucu tekne arkasındaki küçük çivilere bağlanan teller, saptan burgulara bir küçük kemik eşik üzerine basarak ulaşır. Melodi bu tellerin saniyede 220 titreşimdeki alt çiftinde çalınır, titreşimi arttıran üst tellerde gerektiğinde kullanılır. Tekne gomalakla cilalanır, sap ve burgular genellikle siyaha boyanır; göğüs üzerine cila sürülmez. Tanbur sağ omuz ve sağ diz arasına sıkıştırılıp, göğsü yere dik, sapı yere mümkün mertebe paralel tutularak, kaplumbağa kabuğundan (bu yüzden bağa denen) 2-2.5 mm x 10-15 cm ölçüsünde, uçları asimetrik V tarzında kesilmiş ve uç yanakları 45 derece pahlanıp parlatılmış bir mızrapla çalınır.
Bu kadar açıklamadan sonra tanbur yapabileceklerini düşünen, elleri ağaç işlerine yatkın okuyucularımıza acele etmemelerini tavsiye ederim. Bu anlattıklarım, sanat eseri bir yağlıboya tablonun şu anda sadece tuali, boya ve fırçalarıdır. Gelelim sazımızın icrasıyla icracılarına; zarafeti ölçüsünde hırçın bir saz olan tanburun önce uzun tellerini tam olarak kaynaştırmak (yani mükemmel bir akort yapmak), sonra da akordu aynı temizlikte korumak problemdir (bu yüzden seyahatlerde basıncı kaldırmak için ağaç eşiği yatırmak, yani telleri boşaltmak, çalarken de arada bir rötuş yapmak gerekir). Bağa mızrabın çelik tellere vurulmasından kaynaklanan hışırtının da yok edilip sadece müzik sesinin duyulması sağlanmalıdır. Ayrıca her defasında perdelerin en uygun yerine basılmazsa çıkan ses cızlar. İşte bu sadece hırçın değil, bela derecesinde güç olan bu sazımız, Büyük Osman Bey; Şey Abdülhalim Ef., İzak, Oskiyam ve Ali Efendi gibi ilk büyük isimlerden sonra, eldeki ses belgelerine göre tarihte ilk defa Tanburi Cemil Bey (1871-1916) ve iki öğrencisi ( Kadı Fuat Efendi ile Refik Fersan) tarafından yenilebilmiştir. Nevrastenik bünyesiyle hırçın ve melankolik karakterinin de tesiriyle tanburu şaha kaldırmış olan Cemil Bey’den sonra ikinci büyük ekol, saza ‘nazlı nazlı şarkı söyletmeyi’ başarmış olan İzzettin Ökte uslubudur. Üçüncü sırada bu ikisinin karışımı olan ( halkımızın daha çok yaylı tanburuyla tanıdığı) Ercüment Batanay gelir ( üstad Necdet Yaşar’ı büyük bir tanburi olmadığı için değil, Cemil Bey ekolünün devamı olduğu için zikretmiyorum: Ferid Sıdal da 1.Ökte uslubunun temsilcisidir) Her ney üfleyene nezaketen neyzen denmesi gibi, tanbur çalan ve çalmaya çalışanlara da tanburi deniyor. Ama bu usluplar dışında çalınan tanbur, dinlenmesi biraz zor bir saz durumunda kalır.
Perdeli olmasından kaynaklanan net ve kesin seslerinin yanı sıra uzun saplı oluşundan gelen geniş titreşimli (enin’li) nağmeleri üstünlüğünün sırrını meydana getiren tanbur, udun güzel icrası için ölçü olduğu gibi, ud da tanburun kötü icrası için benzetme aracı olmuştur (rahmetli bestekar S.Pınar’ın da uda benzeyen tanburu ile rahmetli Laika Karabey hocanın tanburu gibi). Mamafih, devletin terk ettiği Türk musikisi ortamında nasıl yetiştiklerine inanılamayacak derecede yüksek performans gösteren ve müziğimizin yarınki uluslar arası iftiharları olan gençlerimiz de (hem erkek, hem kız), tanbur sazının, güçlük ve hırçınlığı ile herkesi yıldıramayacağının mutlu bir göstergesidir (Dr.M.Tokaç, mesela, tanburun imkanlarını zorlayan şaşırtıcı tekniğiyle saza duyulan ilgiyi arttıran bir gencimizdir). Esasen fevkalade nazik ve hassas olan tanbur Türk musikisini tek başına temsil etmeye en fazla kabiliyetli solo sazımızdır; kalabalık gruplarda dekoratif amaçla harcanması müziğimin tek portreli yapısından kaynaklandığı kadar, çalgılama konusundaki bilgisizliğimizin de sonucudur. (7 Ağustos 1999)
Henüz yorum yapılmamış.