Davul II
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Eski tarihimizin,bizden ziyade, temasta olduğumuz başka milletler tarafından yazıldığı malumdur. Bu milletlerin başında da, aradaki sürekli komşuluk harpleri sebebiyle, Çinliler gelir. Hunlu karısı olmuş bir Çinli prensesinin, çağının en ünlü şairlerinden biri olmak sıfatıyla yazdığı mektup-şiirlerinden birinde geçen (Gazimihal’den aldığımız) şu beyt, Hunlar zamanındaki musikimize ışık tutması bakımından çok önemlidir:
Davulu her gece durmaz döverler
Ta güneşler doğana dek dönerler
Demek ki tarihin bildiği en eski atalarımız olan Hunlar da, aynen bugün bizim yaptığımız gibi davul eşliğinde (teknik deyimiyle “davul döverek”) sabahlara kadar ‘dönerlermiş’, yani ‘halk oyunları oynarlarmış’. İzninizle önce –herzaman yaptığımız gibi- davul adının etimolojisinden başlayalım. Doğudan batıya fırtına gibi esen Türk atlılarının elinde üç günlük mesafeden düşmanı tir-tir titreten davulun adı nereden geliyor?.. Bizim, Arapların ‘Et’tabl’ından aldığımız davul kelimesini, onlar da Romalıların ‘tabula’sından almışlardır; Romalılar ise Sanskritçenin bir yankı/taklit sözü olan “tab” onomatope’sinden. Demek ki davulumuzun ‘tümrük’ şeklinde Hunlara geçen adı, ta Sanskritçeye kadar uzanan bir onomatope. Nitekim, bugünkü Hint müziğinde kullanılan Kudüm benzeri ünlü “Tabla”nın adı da aynı köke dayanmaktadır. Rİtm aletlerinin hepsinde mevcud olan –bizim düm ve tek kelimeleriyle ifade ettiğimiz- kuvvetli ve zayıf vuruşlar da kaynağını, insan kalbinin tik-tak’larından almıştır. Davulumuzun -uzaktan hoş gelen- kuvvetli vuruşları da sağ eldeki ‘tokmak’la, zayıf vuruşları ise sol eldeki ‘çubuk’la icra edilir.
Zurna nasıl davulumuzun ayrılmaz melodi arkadaşı ise, Türk milleti de davulu sinesine öyle silinmez şekilde yerleştirmiştir. İşte onunla ilgili birkaç atasözümüz:
Alın derisi değil ya, davul derisi
Çingene düğünü (hoyrat derneği) davulsuz olmaz
Davul çalsan duymaz
Davul bile dengi dengine çalar
Davul görür oynar, mihrap görür ağlar
Davul-zurna ile adam aramaya gider
Davulda zurnaya, hamamda kurnaya
Davulun sesi uzaktan hoş gelir
Fukara oynamaya başlayınca, davul patlarmış
Şimdi biraz da sazımızın yapısına bakalım:
Davulun teknesi gürgen, kayın, ceviz veya çam gibi ağaçlardan yapılmış 40 veya 60 cm çapında, önü arkası keçi derisiyle kaplı bir kasnaktan oluşur. Tek parça olan kasnağın üstüne (derisi yırtılmasın ve iyice gerdirilebilsin diye) keten ipten çenberler geçirilir. Davul derisinin dikkatle tabaklanması, bıçak yaralarından korunarak tuzlanıp, kurutulması, hele Batı ülkelerinden gelen çok iyi tabaklanmış derilerin karşısında, yapılması gitgide azalan bir iş durumunda ne yazık. 3-6 ay arasında patlayan naturel derilere mukabil, plastik olanlar çok daha dayanıklı. Bunların kalitelileri de şu anda 200-250 milyon lira değerinde.
Davulumuz, sağ elle tutulan (tabii eğer sanatkar solak değilse) ve ‘tokmak’ adı verilen, kafa kısmı kaşığa benzeyen, kuvvetli ve yarı kuvvetli vuruşları vurmaya mahsus 15 ila 30 cm boyunda kısa bir sopa; ve sol elle tutulup (yine davulcumuz solak değilse) zayıf ve orta zayıflıktaki vuruşları vurmaya yarayan ‘çubuk’ adlı, tokmak’ın ölçülerine yakın, bir değnek yardımıyla çalınır. Çubuğun yapısı eskiden ağaçken, bugün ucu balık oltası bir plastiğe dönüşmüştür. 2.Milenyumun 2. Yazısında –nasib olursa- diğer vurmalı sazlarımızı bahis konusu edeceğiz.
***
Dünyanın bütün ülkelerindeki çıplak-aç-evsiz olanları ve burnumuzu ucundaki depremzedeleri akıllarına dahi getirmeden çılgınlar gibi tepinip eğlenenlerin eşliğinde de ( yeni yıldaki şu ilk yazımızın kaderine bakınız!) çeşitli türdeki ritm aletleri vardı!.. Herhalde kulaklarımıza “GÖRMÜYOR MUSUNUZ?é.. DUYMUYOR MUSUNUZ?!..” sözlerini yerleştirmeye çalıştıkları için tokmaklarını o kadar şiddetli vuran bu sazların mesajının, hiç olmazsa 3.milenyuma kadar muhatablarına ulaşması dileğiyle… (8 Ocak 2000)
Henüz yorum yapılmamış.