Batıyı Anlamak II
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Bir önceki yazım gibi bunu da ABD’den yazıyorum. Yo, yine konser filan değil, 4 yıl önceki böbrek naklimden hemen sonra yine burada geçirdiğim melanom adlı cild kanseri ameliyatı, çenemin altında metastaz yaptı. Alnımdaki ilk ameliyatı yapan doktor ‘hemen gelin şakaya gelmez’ deyince apar-topar kalktık geldik. Boynumun sağ tarafını alan 6 saat süreli ameliyat, sevenlerin duası sayesinde hamdolsun iyi geçti. Boynum ve omzumdaki 60 tel dikişe rağmen, zorlukla da olsa konuşabiliyor ve yazabiliyorum. Şükretmek için insan daha başka ne isteyebilir ki?
Geçen yazımda sizlere ABD’ye gelmeden önce yaptığım Fransa konser gezimi anlatıyordum; Metz yakınlarındaki Woippy’de verdiğim ilk konserde kalmıştık. Şimdi vaat ettiğim gibi bu gezinin hikayesine devam edeceğim. Yalnız, beni ötedenberi tanıyan okuyucularca niyetimin bilindiğinden emin olmakla beraber, şunu yine de belirtmek isterim ki sizlere konser gezilerimi anlatmamın amacı kendimden söz etmek değil. ‘Çoksesli olmazsa Batılı anlamaz, dinlemez, beğenmez’ diye, 70-80 yıldır çoksesli bir ucube haline getirmeğe çalıştığımız müziğimizi, saf ve asli şekliyle sunulduğu takdirde, Batılı nasıl bayıla bayıla dinliyor.. Sadece dinlemek de değil, nasıl büyük bir arzu ile öğrenip icra etmek istiyor… Amacım bunu anlatmak.
Woippy’den sonraki ikinci durağım, Metz’in 3.5 saat güneyindeki Nancy şehriydi. Buraya beni davet edense, Kuzeybatı Afrika Müslüman müzikleri uzmanı, birçok sazı çalan Fransız ud talebem Marc Loopuyt’un 15 yıllık öğrencisi Annie Pernot. 50 yaşları civarındaki bu hanım şu anda Nancy Üniversitesi müzik bölümündeki ud derslerini yönetiyor.Madam Pernot’nun evinde, 25 Mart Cumartesi 14-18 arası, kendisi ve 6 Fransız arkadaşıyla ud dersi yaptık. Konserim yine aynı yerde akşam 20.30’daydı. Annie evinin salonunu, antropoloji profesörü eşinin de yardımıyla, 70 kişilik bir konser salonu şekline sokmuştu: minik bir podyum, kavisli dizilmiş koltuklar, sandalyeler, önde yer minderleri, sağ ve solda iki yüksek spot. Herşey yapacağım işin gerektirdiği titizliği yansıtıyor (ve tabii – bizim insanımızın en küçük hacimlerde bile vazgeçemediği- mikrofon yok). Konseri ve sonrasını anlatacağım, ama bakın daha önce ne oldu Annie ve arkadaşlarıyla ders yaptığımız sırada kapı çalındı. Gelenler L’Est Lorraine gazetesinin sanat muhabiri ve fotoğrafçısıydı. Bir saate yakın konuştuk.Ertesi sabah, madam Pernot’nun elime tutuşturduğu gazetedeki ‘İlimiz Türk Müziğinin Büyük Üstadını Ağırlıyor’ başlıklı, yarım sayfalık resimli yazıyı okurken, bir anda ülkeme dönüverdim. Ancak beni döndüren, Varşovalı hanım arkadaşının hatırı için gittiği ‘kuyu manastır’ daki ayinde sıkıntıdan patlayacak gibi olan Yahya Kemal’i bir anda Kanlıca körfezine uçuran Tanburi Cemil’in ‘eski plaktaki’ sihirli mızrabı değildi. Beni döndüren, Fransız basınıyla bizim basınımız arasındaki, kültür meselelerine bakış açısı farkı, daha doğrusu uçurumuydu. Hadi Woippy küçük bir yerdi diyelim. Ama Nancy kocaman bir bölge merkezi. Ve konser şehrin en büyük konser salonunda değil, bir evde. Lütfen düşününüz: ev sahibinin telefonu üzerine gazeteci ve foto muhabiri hemen geliyorlar. ‘Kim? Tanrıkorur mu? Biz öyle birini hiç duymadık, ünlülerden kim var?’ diye sormadan. ‘Davetiyelerinizi gazeteye gönderin, ufak bir haber olarak belki verebiliriz’ demeden. Siz bizim basınımızda, Millyet’te ‘Takvimden Bir Yaprak’ köşesini yazan, müzikten çok anlamasa da anlayanlara soran Refi’ C. Ulunay’ın vefatından sonra, hiç klasik Türk Müziği konser kritiğine rastladınız mı? Belki 5-10 yılda bir Cumhuriyet’te. Peki, bu niye böyledir dersiniz? Fransız gazeteci klasik Türk müziğinden Türk gazetecisine oranla daha iyi anladığından mı? Yoksa Türk gazetecinin, hırsızlık, cinayet, spor ve çıplak kadın resmi dışında Türk halkının hiçbir konuya fazla ilgi duymadığına inandığından mı? Batıya özenmek başka, onun bu seviyeye nasıl gelebildiğini merak etmek başkadır. Biz 150 yıldır hala birincisini yapıyoruz. (6 Mayıs 1995)
Henüz yorum yapılmamış.