Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Batıyı Anlamak III

10.09.2017
1.871
Batıyı Anlamak III

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Fransa’nın Nancy şehrinde, ud hocası Madam Pernot’nun evinde 25 Mart’ta verdiğim konserin programı, Segah, Hicaz ve Nihavend makamında münacat, tevşih, ilahi, şarkı-türkü-fantezi, taksim ve saz eserlerinden oluşuyordu. Klasik musikimizin devi Itri’nin (1640-1711) “Ben mucizeler söyleyen bir papağanım, sözlerim boş değil” anlamındaki ünlü Segah Yürüksemaisi’ni okumdan önce –diğer parçalar için yaptığım gibi- Fransızca tercümesini verdiğim zaman, papağan meraklısı bir ailenin hayretten gözleri parladı. Nabi’nin ağzından mucizeler dökülen papağanı (Tut-i mucize-gu), gönül aynası kir pas içinde olan köhne dünya ile –yüzünün aksini iyi göremediği için- konuşamayacağını söylüyor, 20. Yüzyılın tasavvufla hiç ilgilenmemiş Batılısı dahi klasik Türk şiirinin düşündürücü mazmunları karşısında şaşırıp kalıyordu (papağanlar, bilindiği gibi, karşılarına ayna konularak eğitilir). Müziğimize özel ilgi duyan Batılılar, önce dil engeli, sonra şarkı söyleme tekniğimizdeki büyük farklılık yüzünden, ister-istemez saz musikimize yönelirler; ud, ney, tanbur, kanun öğrenmeye çalışırlar. Tabii ömür boyu da uğraşsalar, bizim gibi taksim yapamazlar (meşhur Hintli sitarcı Ravi Şankar’la 20 yıl çalışmış olan ünlü kemancı Menuhin gibi), ama saz eserlerimizi iyi-kötü çalarlar (bizim orkestralarımız onların eserlerini nasıl çalıyorsa). Bu yüzden Batılıya sözlü müziğimizle yaklaşmak risklidir. Ancak trubadur veya minstrel adı ile 11-15. Yüzyıllarda onların tarihinde de yaşamış olan, tek kişinin çalıp söylediği, açıklamalar-espriler yaptığı ozan tarzında konser veren bir sanatçıyla karşılaştıkları zaman, değerlendirmeler farklı oluyor. Hele, dikkatle seçilmiş sözlü parçaların anlamı kendi dillerinde veriliyorsa, ilgileri kolaylıkla hayranlığa dönüşebiliyor. Bu ilginin açık belgesi, Avrupa’dan Amerika’ya, Fas’tan Tayland’a kadar pek çok dünya ülkesinde 30 yıldır davet üzerine verdiğimiz solo resitalleri.

Annie Pernot’nun evinde o gece, Tanburi Ali Efendi’nin “Bilmezdim özüm gamzene meftun imişim ben” güfteli Nihavend Yürüksemaisi’yle üstad Kaynak’ın “Gönlüm özledikçe görürdüm hele, lacivert kanatlı kumru olsaydım” ve “Akşam yine gölgen” güfteli fantezileri kadar, bizim Hz. Yunus’tan bestelediğimiz “Aşkın odu ciğerimi yakageldi, yakagider” güfteli Hicaz ilahi de en çok alkışlanan parçalar arasındaydı. Batılının –güfte ve bestelerine ne kadar güzel olursa olsun- klasik eser veya şarkılarımızdan çok daha fazla zikir ilahilerimize gösterdiği hassasiyeti, cumhur kısmına geçtiğinizde karşınızdaki Hristiyanların –tarikat mensubuymuş gibi- sağa sola sallandıklarını görmek, insanı bir başka türlü heyecanlandırıyor. Bunda İngiliz Nicholson’un tercümeleri sayesinde bütün dünyaca tanınmış olan Hz.Mevlana ve semazenlerinin de büyük rolü olduğu açıktır.

Gece 11’e doğru konser bittiği zaman salondakilerin tebrik edip iyi geceler dileyerek ayrılacaklarını düşünmekle ne kadar yanılmışım! Hiçbiri saygıdan sigara yakmayan 40-50 civarında insan, bir yandan çay veya meyve sularını yudumluyor, bir yandan da beni –iki saatlik açıklamalı konser yetmemiş gibi- soru yağmuruna tutuyordu: Makam nedir, taksim nasıl yapılır, bu tarz ud çalış Türklerin geliştirdiği bir uslub mu, gırtlak nağmelerini her sanatçı aynı şekilde mi yapar, usullerimiz onlarınkinden niye bu kadar farklı. Vs. vs.. “Batılı teksesli müzik dinleyemez” diyen sevgili orkestra şeflerimizin kulakları çın-çın çınlasın! Son misafir gittiği zaman saat 1’i geçiyordu. Ben bitkin, ev sahipleri sevinç içinde: Ömür boyu yaşadıkları en önemli olaylardan biriymiş bu konser. Bu ne iştir yarabbi? Atalarımızın müziğini heyecanla alkışlayan, ilahilerimizi dinlerken adeta zikir yapan bu akşamki Hristiyanlarla, Kıbrıs’ta –Bosna’da –Azerbaycan’da Müslüman doğrayanlar gerçekten aynı peygamberin ümmeti mi? Batılı’ya özenmek, her şeyini ona benzetmekle çağdaş olacağını zannetmek başka; onu duygu ve düşünceleriyle, üstünlük ve zaaflarıyla tanımak, viskisiyle sarhoş olmadan, Coca Cola’sıyla zehirlenmeden değerlendirmek başkadır. (20 Mayıs 1995)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.