Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Rektör Alemdaroğlu’na II

10.09.2017
1.684
Rektör Alemdaroğlu’na II

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Geçen yazımdaki sorularımdan da anlamış olmalısınız ki, sadece adınızı değil, hakkınızda hiçbirşey bilmiyorum. ‘O halde ne cesaretle bana mektup yazıyorsunuz?’ diye soracak olursanız, cevabım şudur: Bu bir mektup değil (öyle olsa evinize gönderirdim), bir amme davası dilekçesidir. Kadınının başı tarih boyunca hep örtülü olmuş olan Türk milletinin; üniversitenin bir parti merkezi değil, en yüksek ilim-irfan yuvası olduğunu unutup, rektörlüğü siyasi görüş militanlığı ile karıştıran siz ve sizin gibi ilim adamlarını, maşeri vicdanın yüce mahkemesine şikayet ettiği bir dava dilekçesi. Bu hem zalim, hem de hiçbir zaman kazanılamayacak olan çocukca oyunu bir an önce bırakın, sayın Alemdaroğlu. Amacınız politik ise, bırakın hocalığı, politikaya atılın. Amacınız rektör olmaksa, HALİL CİN gibi bir eski rektörü kendinize örnek alın. ‘O da kim?’ diyebileceğinize ihtimal vermek istemiyorum. Dicle ve Selçuk Üniversitelerini barakadan gerçek üniversiteye çeviren; göreve başlar başlamaz tıp fakültesi hastanesini kurup yöre halkını sağcısı-solcusu, örtülüsü-örtüsüzü ile birlikte kucaklayarak sağlık hizmeti veren; her sabah ilk iş olarak hastaneyi teftiş edip hasta şikayetlerini alan; düzenlediği yüzlerce ulusal-uluslar arası kongre-sempozyum-açık oturum-kadın ve gençlik günleri-konser ve yarışmaların sayısını kendisinin dahi hatırlayamayacağı; arkasından ne yardımcılarının ne dekanlarının, ne de daire başkanı, müdür, ahçı ve garsonların yetişebileceği bir fırtına hızıyla çalışan ve nihayet Konya’ya mükemmel bir kampus kazandıran, toprak hukuku profesörü, sapına kadar Atatürkçü ve sapına kadar imanlı bir kültür milliyetçisi olan Halil Cin’i tanımıyorsanız, üniversiteyle hiç ilişkiniz olmamış, veya sadece ayaklarınızla gidip gelmişsiniz demektir. Böyle bir rektörü tanımamak değil, hayranı ve takipçisi olmamak dahi bir hoca için büyük kusurdur.

Benim bu hayali dava dilekçesinden muradım, nasılsa içine kaydığınız kin-garez-nefret ve sonuç olarak gaddarlık çukurundan bir an önce kendinizi kurtarabilmeniz için size yardımcı olmak. Yoksa ilmiyle uğraşmadığınız için ancak başının örtüsüyle uğraşabildiğiniz ve hayatını mahvetmeye çalıştığınız üç çocuk annesi Doçent Sevgi Kurtulmuş, sizden de, maalesef temsil etmek kaderiyle cezalandırıldığınız zihniyetten de hem adı, hem soyadı sayesinde kurtulacaktır. Ama siz, sayın Alemdaroğlu, kan bağı ile bağlı olduğunuz bu çocukların hepsini (kıyafetine bakmaksızın) bir baba gibi bağrınıza basmak yerine, onları hukukdışı politik tasarruflarla aç bırakmaya ve yok etmeye çalışmanın vebalinden, uykularınızı perişan edecek kabuslardan, tiklerden, adale ve mide kramplarından ve (Allah korusun) gelecek devasız bir hastalıktan kurtulabilecek misiniz?…

Sayın Demirel’e ilk defa kimin ‘Kurtar bizi baba!’ diye bağırdığını bilmiyorum. Ama kendileri bir gün kalkıp da ‘Büyük Türkiye’nin sevgili vatandaşları! Başörtülü hanımlarınız bana oy vermesinler! Başındaki örtüyü çıkarmadan hiçbir kadın seçmen benim partimin kapısından içeri giremez!’ demiş olsalardı, bu millet kendilerine bir daha ‘baba’ der miydi?… Erkeklerle yan yanan İstiklal Savaşında döğüşen mübarek Türk analarını, Memesiz Fadime’leri, Zübeyde, Makbule, Latife hanımları düşünün. Onların da başı –bugün başörtüsüne savaş açanların annelerinin, anneannelerinin ve büyük anneannelerinin başı gibi- örtülüydü. Başörtüsünü bir veba mikrobu, bir şerefsizlik, namussuzluk yaftası gibi görmeyin. Müslüman kadının başı örf-adet-adab ve saygı gereği örtülüdür. Siz öğrencilerinizin saçı-kolu-bacağı ile mi ilgilisiniz, yoksa fikri formasyonları ile mi?…

Şimdi, yarından tezi yok (bu yazıyı tenezzülen okumuşsanız?, ilk iş olarak çocuklarınızı toplayın ve onlara ‘Bu üniversitede bugünden itibaren açık baş-kapalı baş meselesi bitmiştir. Her öğrenci –başkasına telkinde bulunmamak şartıyla- istediği şekilde giyinmekle serbesttir’ deyin bakalım ne oluyor! Üniversitede hemen bir bayram sevinci! Bütün öğrenciler (kapalısı-açığı) birbirleriyle kucaklaşıyorlar, ‘Demek ki bizim rektör de babaymış’ deyip elinizi öpmek için kuyruğa giriyorlar ve sizi nasıl, nasıl başlarında taşıyorlar! YÖK mü ne der?… Bırakın YÖK’ü filan bir tarafa, siz, demokratik, laik ve insan haklarına saygılıyım diyen bir hukuk devletinin özerk üniversitesinin başı değil misiniz?… Sizi hemen görevden alırlarmış.. Alsınlar, ne olacak? Aç mı kalacaksınız?… Yüzünüze kan ve neş’e gelecek, migreniniz geçecek, kabuslarınız bitip uykularınız düzelecek ve iştahınız açılacak; fıkranın birini bitirmeden öbürünü anlatacak, ortalığı kahkahadan kırıp geçireceksiniz. Aileniz bile şaşıracak ve göreceksiniz, kaç rektör arkanızdan geliyor! Değmez mi sayın rektörüm, DEĞMEZ Mİ?.. Yüzbinlerce şehit kanına aldığımız bu ülke hepimizin. Siz benim rektörüm, ben sizin sanatçınızım; bunlar da çocuklarımız. Aynı tarih, kan ve kültürden geliyoruz. NİYE KUCAKLAŞMAYALIM?.. Birbirimizi öldürsek daha mı iyi sizce? Bunun, zaten bunu bekleyen silah tüccarı dostlarımızdan(!) başka kime faydası olur?… (8 Ağustos 1998)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.