Teslimiyyet
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Ömür boyu diyaliz makinesi mi, felç mi, yoksa kestirme bir ölüm mü?.. Bunlar da nereden çıktı şimdi demeyiniz. İlki biliyorsunuz, çoğunlukla böbrek hastalarının (nakil imkanına kavuşabilenler hala çok az, maalesef), ikincisi belkemiğinden ameliyatlıların, üçüncüsü de kanserlilerin hayatının sonra erme sebebi (zahir sebep dahi olsa). Ve siz (Allah korusun) bunların üçüyle de 28 yaşından itibaren tanışmış benim gibi biri olsaydınız, ne yapardınız?… Üstelik –hasbettakdir- hastalıklarınızı düşünmeye vakit dahi ayıramayacak kadar aşırı bir milliyet sevgisiyle de doğmuşsanız?… Aklıma şöyle sorular geldiği olmamış değildir: “Diyaliz makinesi mi?. Eh, n’apalım!.. Felç mi?.. Sağlık olsun. Elim tutmasa, ayağım basmasa, hatta gözüm bile görmese olur.. Sözüm devam etsin, yeter.. Ölüm mü?… Eee, n’olmuş?!.. 28 yıllık maçın uzatmalarını san 32 yıldır (maçın kendisinden de çok daha uzun süredir) oynatıyorlar. 60 yaşına kadar yaşadığına şükredip ölsen ne olur?.. Kim ne kaybeder ki?.. ‘Tamam, ancak canı bedene koyan biz değiliz ki. Bu canı bu bedene kim koyduysa, ne için koyduğunu, hangi eğitim-sınav-hizmet türleri için ne kadar süreyle tutacağını ve ne zaman geri alacağını bilen de sadece O’dur. ‘İyileşeceğim,çünkü daha bu ülkeye verecek hizmetlerim var’ demeden, kendini isyan ve ümitsizliğin kollarına terk etmekle hiçbir zaman iyileşilemeyeceğini biliyorum tabii. Ama, şu ‘ben’i de ortadan kaldırıp ‘Şafi’ sıfatınla beni iyileştir Yarabbi, verdiğin görevleri tamamlamadan beni bu askerlikten terhis etme!’ diyebilsek, bilmem daha güzel olmaz mı?..
Merhamet ve muhabbetin yanında tevekkül ve teslimiyetin, insan duygularının en güzeli olduğunu hastalanana kadar bilmiyordum, inanır mısınız? Hastalıklarımın hikayesini ilk defa dinleyen eş-dost ve hekimler ‘İyi dayanmışsın!’ dediklerinde cevap vermiyor, içimden –şaşkın bir tebessümle- ‘Ben mi?’ demekle yetiniyordum. Onlar dayananın-asılanın-mücadele verenin benim olduğumu zannediyorlardı: belaları irademle yeniyor, çok kuvvetli olan naturamla badireleri atlatıp ayakta kalabiliyormuşum!?… Bu iyi niyetli dostları hafife alıp yüzlerine karşı gülmüyordum tabii. Niye güleyim ki?.. Benim cahille-garibanla-eğitilmemişle hiçbir zaman kavgam –hatta hafif dozda istihzam bile- olmamıştır (olmuşsa Allah affetsin). Benim kavgam parazitlerle. Merhum Ferit Kam’ın ‘Öyle bir eşek ki balasındaki teşdidinin / Alet-i timara benzer layühad dendanı var’ diye tarif etmek zorunda kaldığı, bütün bilmediklerini alim edasıyla satmaya kalkmanın ötesinde, halkına tepeden bakan ve ona kimliğini kaybettirmeye çalışan aydın pozundaki züppelerle.. Cahile-garibana-eğitilmemişe tevekkül ve teslimiyetin ne olduğunu bir cümleyle kolayca anlatırsınız. ‘Denize atılmış bir tahta parçasının, ona karşı bir iradesi söz konusu olabilir mi? Dersiniz, hemen anlar. ‘Essah, bey !’ der, tertemiz Müslüman gönlü ve terbiyesiyle. Ama Kam’ın beytinde geçen, kızgınlık derecemizle orantılı olarak artırdığımız Ş harfiyle (Ş’yi şeddeleyerek) çağırdığımız merkeplerin, tevekkül ve teslimiyeti anlamaları mümkün müdür? Sırtlarındaki (bala) eski Şin harfimizin şekline benzeyen sayısız (layühad) dişli kaşağı (alet-i timar) izin vermez ki!..
Tanımak mutluluğuna mazhar kılındığım, yaşayan en büyük Türklerden muhterem Nuri Arlasez’in (r.a) şu sözleri, hikmet, tevekkül ve teslimiyet kavramlarını ne güzel anlatır: “O’na akıl öğretmeye-kafa tutmaya-isyan etmeye kalkmayın. İradesine tam olarak teslim olmayı başarabilirseniz, güçlüklerinizi sizin adınıza çözdüğünü, sıkıntılarınızı kaldırdığını görürsünüz. Sağlığınız-servetiniz-şöhretiniz sizin değildir, övünmeyin. Fakirlik ve sağlıksızlık suçunuz değil, sınavdır; yerinmeyin. En karanlık havada dahi hikmetin ışığı altında yürüyebilme iradesini ve bana Rabbim diye dua edin ve düşünün ki, şu mübarek ölüm olmasaydı, hayatın çekilir bir tarafı kalır mıydı?”.
Osmanlı-Türk eserlerinin tahrib edile edile bitirilemeyen enkazından 70 yıldır kurtarıp toplayabildiklerini (bu trilyonluk bir servet demektir) Topkapı ve Süleymaniye’ye emanet eden ve şu anda Yıldız Sarayındaki İslam Tarih, Kültür ve Sanatını Araştırma Merkezi kütüphanesinde gerçek anlamıyla ‘bir lokma-bir hırka’ çalışmaya devam eden bu 85 yaşında, 1.75 boyunda 65 kilo ağırlığındaki mavi gözlü pir-i faniyi lütfen ziyaret edin, elin öpün, anlatacaklarını dinleyin, her yaş ve baştan sevgili dostlarım! Merhamet ve muhabbetin yanında tevekkül ve teslimiyetin insan duygularının neden en güzeli olduğunu hemen anlayacak; size verilen sınavlar başkalarının gözünde ne kadar ağır olursa olsun, hizmetinizi tamamlamadan cereyanınızın asla kesilmeyeceğini düşünmeye başlayacaksınız. Ve O’na daha fazla inanacak, güvenecek, teslim olacaksınız. (5 Eylül 1998)
Henüz yorum yapılmamış.