Sevgili Gençler XIV
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Sözümona öz Türkçe meraklılarının ‘tesbit’ yerine bir papağan şuursuzluğuyla kullandıkları ‘saptamak’ rezaletinden daha önce söz etmiştim. ‘Sübût’ kökünden gelen ‘tesbit’i ‘tespit’ şekline sokup s-p-t harflerinden ‘saptamak’ saçmalığını uydurduklarına bakılırsa, kelimeyi ‘sepet’ kökünden ‘sepetlemek’ veya ‘sepete atmak’ mânâsına kullanıyor olmalılar! Ya şu ‘devam’ karşılığı olarak yerleştirilen ‘sürmek-sürdürmek’ saçmalığına ne demeli?.. Hepsi farklı mânâlarda olmak üzere, araba sürülür, boya sürülür, tarla sürülür (veya bir başkasına sürdürülür), mutlu bir hayat sürülür, önünüze bir kağıt sürülür, bir görevli bir yerden bir yere sürülür, el kumaşa sürülür, bir görevli bir yerden bir yere sürülür (veya sürdürülür), piyasaya mal veya kalp para sürdürülür; ekinler sürer, işiniz iki saat sürer, fırtına çok sürmez.
Dikkat edilirse, sürmek fiilinin kullanıldığı şu kadar değişik deyim içinde ‘zaman geçme’ anlamında olanlar var, ama hiçbirinde devam fikri yoktur. Müzmin karşılığı uydurulan ‘süreğen’de de, vetire karşılığı uydurulan ‘süreç’te de, mevkute karşılığı uydurulan ‘süreli yayın’da da görüldüğü gibi, konu hep zaman’dır. ‘Müddet, hayvan sürüsü, hızlı süren (sürek tatar) ve bir tür avlanma’ gibi değişik mânâları olan ‘sürek’ kelimesinden yapılma ‘sürekli’ sıfatı ile ondan türeyen ‘süreklilik’ sözünün, pek çok manası arasında hiçbir devam’la ilgili değildir. Bu yüzden, artık kimsenin anlayamayacağı kadar eski ve ağırmış gibi, ‘devam etmek’ fiiline karşılık aramak ve bunu ‘sürmek’ ve ‘sürdürmek’ olarak yerleştirmek kadar mânâsız bir tutum düşünülemez. Trafik polislerinin taksi şöförlerine söylediği ‘Devam et’ sözü ile ‘fakülteye devam’, ‘devamsı öğrenci’ ve ‘devam mecburiyeti’ gibi deyimleri sadece ‘sürmek’ fiiliyle söylemeye çalışın, bakın yapabiliyor musunuz? Geçenlerde TV’de zatın biri “Sürdürmeye devam ediyoruz” diye bir Türkçe hârikası sergilemişti (belki de, ‘Bunun nedeni nedir?’ gibi ‘Sürdürmeyi sürdürüyoruz’ kakofonisine kulak mantığı isyan etmiştir!).
Herhalde fark etmişsinizdir, bir ‘söylem’ ve ‘duyum’ modası çıktı son zamanlarda. Ne demek bu söylem Allahaşkına? İfade mi? Hani ‘deyim’di onu karşılığı? ‘Çocuğun ifade kabiliyeti zayıf’ yerine Söylem yetisi arık’mı diyeceksiniz, yoksa ‘Deyim yeteneği yetersiz mi? Ayrıca, ifade sadece söylenen şeyde mi olur? Yazılan şeyde olmaz mı?.. Karakolda-mahkemede ‘söylem’ mi verir insanlar?… –Duymak’tan ‘duyum’. Peki. Ne demek ‘duyum aldık’ veya ‘duyum duyduk’? İhbar mı, söylenti mi, dekikodu mu? Hangisi? Canım, duyum işte, duyduğumuz şey! Peki, her duyduğunuz şey ‘duyum’sa, sizin halkınız ‘uzaktan bir ses duyumu aldım’, ‘üst kattan bir gürültü duyumu duydum’, veya ‘kulağıma bir müzik duyumu geldi’ diye mi konuşuyor?… Türkçeyi söylem söylemek, duyum duymak, koyum koymak, soyum soymak gibi Karagöz’ün bile düşünemeyeceği tekerlemelerle konuşmak, pek mi eğlenceli geliyor bu insanlara acaba? Bu kakafoni, sadistçe bir zevk mi veriyor yoksa dillerine kulaklarına?!.. Kim, nasıl, neresinden uyduruyor bu saçmaları ve nasıl yayabiliyor da, her duyan, çobanın kavalından hoş bir ‘duyum almış’ gibi, hemen başlayıveriyor çıngırağını sallayarak kullanmaya? Bu ülkenin okumuşunun bu kadar şuursuz hale gelebileceğine inanmak ne kadar zor; geldiğini görmek ne acı!…
Bir başka tüyler ürpertici rezalet de ‘hatırlamak’ dememek için uydurulan ‘anımsamak’. Bir kere ‘anmak’ hatırlamak değil, ZİKRETMEK’tir. İkisi arasındaki fark da hatırlama’nın, başkasının bilemeyeceği zihinde geçen bir olay, ziktretme’ninse (anmak) bu zihni hadisenin kelimeye dökülmüş (ifade edilmiş) şekli olmasıdır. “Geçen gün seni andık” demek, ‘hatırladık’ demek değil (çünkü kimin hangi anda neyi hatırladığını kimse bilemez), ‘seni zikrettik’, yani ‘adını söyledik’ demektir. ‘Anımsama’ya gelince: Türkçede sıfatlardan fiil yapan –ımsamak, -imsemek, -ümsemek takısı, ‘… gibi kabul etmek, … gibi görmek’ anlamlarında kullanılır (küçümsememek=küçük görmek, azımsamak=az bulmak, benimsemek=kendinin kabul etmek örneklerinde olduğu gibi). Yani bu anımsamak, ‘anar gibi yapmak, anılmış gibi kabul etmek, kısaca ne anmak, ne anmamak’ gibi saçmasapan bir uydurma. Gelin görün ki, beyinlerini aslâ çalıştırmadan, en son model uydurmalarla konuşmayı devrimcilik ve ilericilik zanneden sözümona solcuların dilinden hiç düşmez. Onuncu Yıl Nutku’nun son kelimeleri olarak önce yazıp sonra sildiği bir cümlesi vardır Atatürk’ün: “Beni hatırlayınız”. Yani, “yapmak istediklerimi düşünün, aklınızdan çıkarmayın”. İstese ‘Beni anın” (veya –anmayla anmama arası- anımsayın) diyemez miydi diye bir düşünebilseler, iş hallolacak; ama düşünmek beyinle olur. (17 Mayıs 1997)
Henüz yorum yapılmamış.