Nâyi Osman Dede (1642-1729)
Nayi (neyzen) Osman Dede’nin doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Bu tarihin 1642-1647 yılları arasında bir tarih olduğu tahmin ediliyor. Bazı kaynaklar Gelibolulu olduğunu, küçük yaşında İstanbul’a geldiğini bildiriyorsa da hakkında bilgi veren kaynakların çoğunluğu İstabullu olduğunu ve Vefa semtinde oturduğunu söylüyor. Babası Süleymaniye Darüşşifası reis’ül-hüddamı Süleyman Efendi’dir. Tuhfe-i Hattatin yazarı Müstâkim-zâde Sadeddin Efendi babası hakkında bilgi vererek “Bir pir-i sâhib nefes ve hezâr bimâr-ı bihuşa devâres olmuş haccü’l-harameyn bir zat-ı şerif idi” diyor.
Osman Dede çok genç yaşından itibâren güzel sanatların mûsiki, şiir ve hat sanatı gibi kollarında çalışmaya başladı. Bu uğraşının sonucu olarak 1672 yılında, Galata Mevlevihânesi şeyhi Gavsi Dede’nin hizmetine girerek Mevlevi oldu. Gavsi Dede, XVII.yüzyılın yetiştirdiği değerli ilim ve sanat adamlarındandı. Şiir ve hat sanatını iyi bilen, mensubu bulunduğu tarikatın gerektirdiği bilgileri nefsinde toplayan bir kimseydi. Osman Dede bu mevlevihâneye girdikten sonra, şeyhinin dizinin dibinde yetişti ve yetişmede bu kültür adamının büyük etkisi oldu. Bir yandan Arapça ve Farsça öğrenirken ney üflemeye ve tasavvufa çalışıyor, güzel yazı yazmayı öğreniyordu. Ney çalmasını üç yıllık “Çile” süresi içinde geliştirdiği söylenir.
Söylentiye göre bir gün Gavsi Dede’ye Halil Efendi adında bir dostu ziyarete gelmiş. Bir süre sohbetten sonra her ikisinin de canı ney dinlemek istermiş. O gün de usta neyzenlerden dergâhta hiç kimse yokmuş. O sıralarda çok genç ve emekleme döneminde bulunan Osman Dede’ye ney çaldırmışlar. Bütün acemiliğine rağmen genç sanatkârdaki kabiliyeti sezen Halil Efendi, bu genç delikanlının ileride neyzenbaşı olabileceğini Gavsi Dede’ye söyleyerek takdirlerini belirtmiş.
Gerçekten de Osman Dede sanatkâr kişiliğini işleyip geliştirdi; sazında erişilmez bir virtüoziteye ulaşarak Galata Mevlevihânesi’nde on sekiz yıl neyzenbaşılık yaptı. Bu arada Gavsi Dede’nin kızı ile evlendi. Kayınbabasının ölümü üzerine 1697 yılında mevlevihânenin şeyhliğine getirildi. Bu makamda otuz üç yıl kaldıktan sonra 1729 yılında öldü ve tekkenin mezarlığına defnedildi. Yerine oğlu Sırrı Abdülbâki Dede Şeyh olmuştur. Bu yüzyılın tanınmış şâirlerinden Seyyid Vehbi ölümüne şu tarih şiirini söylemiştir:
Şeyh-i Galata Nâyi tügetdi demini
Etdi müteselli veled-i uşşâka
Vehbi dedi tarihin anın mülhim-i gayb
Osman Dede göçtü ola Sırrı baki
(H.1142)
Nazirâ mahlaslı bir şairin tarih şiiri ise şöyle:
Hazreti Gavsi Efendi menzilin tutmuş iken
Azm-i Adn edüp dedi ahbâba unutman beni
Gevher-i tarihidir anın Nazirâ sad diriğ
Adne gitdi asr-ı kutbi Mevlevi Osman Dede
(H.1142)
XIX.yüzyılın ünlü bilgini ve mûsikişinaslarından Ali Nutki Dede, Nasır Abdülbâki Dede, Abdürrahim Künhi Dede, Osman Dede’nin kızı Saide hamın da torunlarıdır. Bu büyük din ve sanat adamı iyilik seven, neşeli, güzel konuşan, kimseyi incitmeyen, herkesi kendine bağlayan bir kimseymiş.
Çağının usta hattatlarındandır. Sülüs ve nesih türü yazıyı Nefes-zâde İsmail Efendi’den, talik türü yazıyı ise kayınbabası Gavsi Dede’den öğrendi. En çok taliyk yazmada başarılı imiş.
Bir şâir olarak o dönemin şiir anlayışı çerçevesinde güzel örnekler vermiştir. Tasavvufi gazelleri, mesnevi şeklinde yazdığı Miraciyes’si, âşıkâne şiirleri, na’t’ları, Hazreti Muhammed’in mûcizelerini anlatan bir şiir şeklinde yazdığı bir eserinden başka bazı nazireleri vardır. Âşıkâne şiirlerine şu gazelini örnek olarak veriyoruz:
Müptelâsı olduğum dilber bilir bilmezlenir,
Sergüzeşt-i mihri ol ezber bilir bilmezlenir
Pây-bûsiyle şerefyâb olduğumdan zevk eder
Nükteler, şiveler eyler bilir bilmezlenir.
Kendi çok cevr ettiğinden gayrı ol nahl-i cefâ,
Tân-ı ağyarı dahi ekser bilir bilmezlenir.
Anlamazsın nağme-i zevk-i meyi sen zâhidâ
Mest iken Nayi anı anlar bilir bilmezlenir
XVII.yüzyıl şâirlerinden Edirneli Neşati’nin “Nihanız” redifli bir gazeline naziresi:
Biz çarh-ı zenehdân-ı dilârada nihânız
Yûsuf-sıfatız râz-ı Zeliha’da nihânız
Bezmine anın raks ile devrânda kadehler
Biz cur’akeşânız tehi sehpâda nihânız
Pertev-fiken oldukta hûri âlem-i lâhud
Biz câyı koduk ma’ni-i ilâda nihânız
Âzâde-i gam etdi bizi gazzede-i aşk
Nâyi gibi biz tekke-i mollâda nihânız
Şiirlerinde “Nayi” mahlasını kullanan Osman Dede’nin Ravzatü’l-İcâz ile Miraciye’si göz önünde tutulursa, iyi bir tasavvuf şâiri olduğu sonucuna varılır.
Ney üflemedeki ustalığı, o günden bugüne kadar “Kutb-i Nâyi” sıfatı ile anılması, neyzenbaşı olması ve bu görevi on sekiz yıl başarı ile sürdürmesi ile belgelenmiştir.
Mûsikişinaslığına gelince eserlerindeki ifâde kudreti, sağlamlık ve dâhiyâne sentezler bu sanatı ne derece bildiğini anlatmaya yeterlidir. Mûsikinin sadece teknik yönü ile değil eski edvâr kitaplarını inceleyen, nazariyat ile uğraşan bir sanatkârdır. Bu sanat dalında notasızlığın nelere mal olduğunu görüp anlayarak bir de nota yazısı bulmuştur.
Mûsiki öğrenim yıllarının ilk dönemlerine âit güzel bir hikâye anlatılır; Mevlevihânede “çile” doldurduğu yıllarda, ney öğreniminin başlangıcında “Dem Çekme” denemelerini yaparken çıkardığı seslerin güzelliği her nasılsa pâdişahın kulağına ulaşmış. Genç derviş, şeyhinden izin alınarak saraya getirtilmiş. Mûsiki üstâdlarının da bulunduğu bu mecliste padişah Osman Dede’den uşşak makamından bir taksim etmesini emretmiş. O zamanlar mûsikiyi ve bu sanatın inceliklerini henüz iyi bilmediğinden, neyi rastgele üflemeye ve tatlı nağmeler çıkartmaya başlamış. Bu başarı orada bulunan mûsikişinasları hayrete düşürmüş. Pâdişah, “Dedem bunun peşrevi yok mudur?” deyince, “Eyvallah” diye çalmaya koyulmuş. Padişahın “Derviş, bu peşrevin adı nedir?” sorusuna da “Gül devri pâdişahım” karşılığını vermiş. Eserin adı böylece kalmış. Rast makamındaki bu peşrevin âyinlerde çalınması mevlevihânelerde gelenek halini almıştır.
Eserleri:
1-Mevlevi âyinleri: Rast, hicaz, uşşak ve çargâh makamlarından bestelemiş olduğu dört Mevlevi âyini başlı başına birer sanat olayıdır. Bunlardan hicaz makamındaki âyinin tamamı unutulmuşken Edirneli bir dervişin hâfızasından,birinci ve ikinci Selâm’ın tamamı, üçüncü Selâm’ın bir bölümü tespit edilmiştir.
2-Rabt-ı Tâbirât-ı Mûsiki: Bir edvâr kitabıdır; mûsikiden, mûsiki ile ilgili eserlerden söz eder. Şiir şeklinde ve Farsça yazılmıştır.
3-Mir’aciye: Dini mûsiki beste formlarını anlatırken geniş bilgi verdiğimiz bu eser, sadece kendi vadisinde değil, bütün Türk Mûsikisi’nde de şahaser bir beste örneğidir. Segâh, Müsteâr, Dügâh, Nevâ ve Hüseyni makamlarında beş bölüm olarak bestelenmiş, her bölümün başı teşbihlerle süslenmiştir. Ancak, Nevâ bölümünün on sekiz mısraının bestesi unutulmuştur. Miraciye’nin sözleri eksiksiz bir şekilde derlenerek, 1895 yılında Maarif Nezareti Evrak Müdürü Ali Galip Bey tarafından bastırılmıştır.
4-Gazeller, nazireler, na’tler
5-Türk Mûsikisi’nde kullanılan perdelerin baş harflerini alarak Arap alfabesine dayalı bir nota yazısı bulmuş ve bu konu ile ilgili bir kitap yazmıştır.Bu eseri iki nüshası yakın zamanlara kadar Yenikapı Mevlevihânesi’nde iken sonradan kaybolduğundan geniş bilgi elde edilememiştir.
6-Saz eserleri: Osman Dede klâsik mûsikimizde önemli bir saz eseri bestekârıdır. Eserleri yeni mûsiki öğrenenler, hele ney çalmaya çalışanlar için öğretici niteliktedir. Bu eserler kendinden sonra gelen bestekârlara örnek olmuştur.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Saba Etake ıyd I Visalin Fela Tezuk Hezena
Henüz yorum yapılmamış.