Hamamizâde İsmail Dede Efendi Eserleri
İsmail Efendi, 14 yaşlarındaydı ve Maliye Nezareti Başmuhasebe Kalemi’ne ”Katip Muavini” olarak çalışıyordu. Bir yandan memuriyete ve hocası Mehmet Emin Efendi’nin derslerine devam ediyor, bir yandan da musikiye karşı olan ilgisi kendisini, pazartesi ve perşembe günleri Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Ali Nutki Dede’nin derslerini izlemeye itiyordu. Burada ayin dinliyor, bilgisini ilerletiyor, sanat yolun da ilerlemeye çabalıyordu .Bu dersler ve memuriyet hayatı da yedi yıl sürdü .Sonunda 18 Mayıs 1797 Perşembe günü resmen ”Mevlevi” oldu. Sema meşkini ise 1798 tarihinde tamamladı. Sultan III. Selim’in Dede’yi saraya çağırması ve fasıllara katılmasını emretmesi üzerine, Ali Nutki Dede’nin izniyle, 1001 günlük ”Çile” süresini tamamlamadan 1799 tarihinde ”Dedeler safına” katıldı.
Dede Efendi, ününü daha ”Çile” de iken duyurmaya başlamıştı. Bu sıralarda bestelemiş olduğu,
Zülfündedir benim baht-ı siyahım
Sende kaldı gece, gündüz nigahım
İncitirmiş seni meğer ki ahım
Seni sevdim odur benim günahım
güfteli, buselik şarkısı, çağının musiki sevenleri tarafından çok beğenildi. Bu eseri dinlemek, öğrenmek, bestekarı olan Derviş İsmail’i tanımak için tekkeye gelenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Olayın akisleri 3. Selim’in kulağına ulaşınca, mevlevihaneye bir saray görevlisi gönderilerek Derviş İsmail’in saraya gelmesi emredildi. Çileye giren dervişlerin akşam ezanından sonra tekke dışında kalmaları adet olmadığından, bu şartlar altında gidebilmesi için şeyhi izin verdi ve bu durumun padişaha duyurulmasını gelenlerden rica etti. Padişahın huzurunda ve onun isteği ile eserini iki kez okudu; çok beğenilerek bir kese altınla ”taltif” edildi.
Daha önceleri, çileye ilk girdiği zamanlarda babasının ölümü üzerine hamamı satan Dede’nin, bu parayı harcadığı, annesinin dervişlere yedirdi diye üzüldüğü ve şikayet ettiği söylenir. Saraydan bir kese altını alan Dede, annesine uğrayarak altınları vermiş, üzüntüsünün yersiz olduğunu söyledikten sonra akşam vakdi yaklaştığı için acele ile tekkeye dönmüş.
Dedeler arasına katıldıktan sonra kendine ayrılan hücreye yerleşti; artık ünü bütün İstanbul’a yayılmıştı. ”Mukabele” günleri hücresi, sanattan anlayanlar ve musiki heveskarları ile dolup taşıyordu. Hele hicaz makamından bestelemiş olduğu,
Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni
Çün nafe bağrım hun edüb sevdalara saldın beni
Ey kamet-i serv-i semen salınmada ellerle sen
Haşrolamam dedikçe ben ferdalara saldın beni
güfteli bestesinden sonra ünü büsbütün arttı. Herkes bu eseri öğrenmek, her ne şekilde olursa olsun elde etmek istiyordu. Saray musikişinasları eseri öğrenerek, III. Selim’e sundular. Dede yeniden saraya çağrılarak, beste kendisinden dinlendi, ”ihsan ve İltifatlara garkoldu” aynı zamanda yapılan Küme Fasılları’na katılması emredildi. Bundan sonra saraya dahil olan Dede Efendi, Enderun’da hocalık yapmaya başladı. Padişahın bu kıymet bilirliliğine karşılık olmak üzere,
Müştak-ı cemalin gece, gündüz dil-i şeyda
Etdi nigeh-i atıfetin bendeni ihya
Mesrûr ede Hak kalb-i humayununu daim
Ediyye-i hayrın dil-ü canımda hüveyda
şiirine sûznak besteyi yapmış bu sanatkar padişaha teşekkür etmişti. Bu sıralarda, 1801 yılında bir saraylı hanımla evlendi. Akbıyık mahallesinde kiraladığı bir eve yerleşti. Bir yandan evinde öğrencileri ile uğraşıyor , mevlevihanedeki görevini sürdürüyor , bir yandan da padişahın her gün biraz daha dikkatini çekiyordu. Bu mutlu günler uzun sürmedi; Dede’yi derinden yaralayan bir çok üzücü olay birbirini izledi. önce, büyük sevgi ve saygı ile bağlı olduğu şeyhi Ali Nutki Dede 1804 yılında öldü. Bundan bir yıl sonra sevgili oğlu Salih, 1805’de öbür aleme göç etti.
Bir gonca-femin yâresi var ciğerimde
Ateş dökülürse yeridir âh serimde
Her Iâhza hayali duruyor didelerimde
Takdire nedir çâre bu varmış kaderimde
güfteli, bayati makamındaki bestesini bu olaydan sonra besteledi. Üzüntü ve kederi bununla da bitmedi; 1808’de annesini, 1810’da küçük oğlu altı yaşındaki Mustafa’yı yitirdi. Bu acılı yıllarda ortaya koyduğu eserler bir keder ve elemin izlerini taşır.
**********************
Sultanî-yegâh, neveser, saba-bûselik, hicaz-bûselik, araban-kürdî makamlarını tertip eden Dede Efendi, bir mûsikî dehası olarak ses sanatımızda derin izler bırakmış, bestekârlık yolunda her genç sanatkara öncülük ve ustalık etmiştir. Hacı Ârif Bey ayrı tutulursa, şarkı formunda Dede Efendi çapında bir başka bestekar yetişmemiştir. Eserlerinin pek çoğunun bestelenişi bir nedene dayanıyor.
Ferahfeza makamındaki eserlerinin bestelenişinin de ilginç bir hikâyesi vardır:
” .. 1249 Hicret yılının Ramazan ayının ilk günü, 1834 Miladi sene Ocak ayının on birinci gününe rastlamıştı. Bu kış ramazanının bir gecesinde Hamamî-zade İsmail Dede ile arkadaşları, Topkapı Sarayı’nın arkasındaki Serdap Kasrı’nda (bu kasır Rumeli demiryolu yapılırken yıktırılmıştır) toplanmışlar, Padişah Sultan Mahmud’un huzurunda arazbar-bûselik faslı yapmışlardı. Fasıl bittikten sonra Sultan Mahmud, sazende ve hanendeleri şu sözlerle tebrik ve teşvik etmişti: (Bu gece pek tatlı bir vakid geçirdim kendimi âdeta Cennet’te sandım… Arazbar-Bûselik faslı şimdiye kadar bu derece parlak okunup çalınmamıştır ancak, Mevsim-i Nevrûz erişdi geldi eyyam-ı bahar sözleriyle başlayan kâr, Amcam Sultan Selim’in tahta çıktığı yılın baharında, Çağlayan Kasrı’na gittiği gün okunmak üzere bestelenmiş bir eser olduğundan böyle kış ortalarında okunması bana biraz mevsimsiz gibi geldi. Dedem Ferahfeza makamında bu kasr için kâr’ı ile beraber senden mükemmel bir fasıl isterim. Haydi göreyim seni Bayram ertesine kadar hazır olsun İnşallah yine burada dinlerim…”
“Ramazan’ın yarısı geçmişti kaybedilecek vakit yoktu. Dede bayram ertesi istenileceği şüphesiz olan ferahfeza kâr için önce bir güfte hazırladı. Bunu besteledikten sonra,”
“Ey kaşı keman tir-i müjen cânıma geçti” mısraı ile başlayan Beste’yi ,“Bir dilber-i nâdide, bir kamet-i müstesna” ve “Bu gece ben yine bülbülleri hâmuş etdim” sözleri ile başlayan ağır ve yürük semâileri besteledi. Tanburî Musahib Zeki Mehmed Ağa da güzel bir peşrev ile saz semaisi yapmış ve bestelenen bu eserler geceli gündüzlü çalışılarak hanende ve sazendelere geçilmişdi. Nihayet beklenen gece geldi. Serdap Kasrı o gece rengarenk fenerlerle, kandillerle donatılmıştı. Sultan Mahmud, yanında Damad Said Paşa olduğu halde memnun, sevinçli, heyecanlı kasra geldi. Musahib Said Efendi’nin bazı güzel fıkra ve hikâyeleri padişahı bir kat daha neşelendirdi. Nihayet adet olduğu üzre serilen ehramlar üzerinde hanende ve sazendeler yerlerini aldılar ve o gece ferahfeza faslı peşrevi ile, kar’ı ile, beste, ağır ve yürük semailer, şarkılar ve saz semaisiyle en güzel, en mükemmel şekilde çalındı, söylendi. Sultan Mahmud bundan son derece memnun olmuştu. Dede’yi yanına çağırarak göğsüne kendi eli ile Murassa İftihar Nişanı’nı taktı. Dede’ye yetişenlerden işitildiğine göre, kendisi bu nişanı törenlerde ve Akbıyık Mahallesi’nde hediye edilen konakta mûsikî meşkleri yaptığı günlerde göğsünden çıkartmazmış. Hatta Merhum Zekâi Dede, hocası
Eyyubî Mehmed Bey’le ilk defa meşke gittiği gün Dede’yi bu nişanla gördüğünü anlatır ve “Göğsünde atnalı gibi mürsağ koca bir nişan olduğu halde köşeye oturup çubuk içerken gördüğüm Dede’nin hayali hiç gözümün önünden gitmez” dermiş.
KAYNAK: Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi
Esendere Kültür Sanat Derneğini Türk Sanat Müziği ile ilgili çalışmaları nedeniyle tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Emeği geçen bütün güzel insanlarımızın emeklerine ve yüreklerine sağlık, iyi ki varsınız diyor sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum.
İsmail Yiğitel