Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Şükrü Tunar Eserleri

16.09.2017
3.601
Şükrü Tunar Eserleri

Şükrü Tunar’ın son zamanlarını ve ayrıca da artık o zamanlar bozulmaya başlayan saz bahçelerini, Selim Aru’nun 29 Eylül 1979’da Erenköy’den Avni Anıl’a gönderdiği mektuptan öğreniyoruz: “Kumkapı’da Kör Agop namıyle mâruf meyhanede Nubar’a rastladım. Selamlaştık. Biraz sonra da masasından kalkıp masama geldi. “Selim Bey, unutmadan söyleyeyim Şükrü sizi arıyor” dedi.O akşam Tepebaşı’na gittim, daha doğrusu uğradım. Çünkü burasını hiç sevmemiştim. Hele Küçük Çiftlik’ten sonra! Sirk gibi bir yer. Ön sıralar güya koltuk; arka sıralar mahalle kahvesinin kırık sandalyeleri, fasıl arasında canbazlar; şarkı arasında komikler. Bir palyaço eksik. Müşteri içinde o da var!… Alaturka o günlerde bahçede hastalanmaya başladı.

Neyse Şerif’le Şükrü çekerdi bazen beni oraya. Saz başlamış, Şükrü yok! Garson Hacı’ya sordum. ‘Çoktan uğramıyor efendim’ dedi. Çıktım; o akşam bulabileceğim yerlerin hepsine baktım, yok!

Zaman geçti. Bir sabah Beyoğlu’nda Zahariadis mağazasından mendil alıp çıktım. Biri korna çalıyor. Şükrü! Taksinin içinden fırladı. (O zaman taksi işletiyordu). Boynuma sarıldı, neredesin dedi. Sen neredesin? Dedim.Beni arabaya aldı, doğru Boğaz. Yolda tedirgin, sinirli. Şu binalara bak, diyor ; Mavi cephe üzerinde eflâtun balkon! Gecekondu renkleri daha Bebek sırtlarından başlıyordu… Şükrü birden taksisini durdurdu, bana katırtırnağını sordu. Kim buna bu adı takmış, dedi. Eşeğin biri, dedim! Yürüdük. İleride lâcivert renkli körfezin üstünde duran Tarabya Oteli’ni gösteriyor: Gölde kuğu! Diyor.

Uzaktan duymuştum, birine tutulmuştu. Tutulmadan oturamazdı. Zaten o zaman çalamazdı. Odeon plağın üstündeki hüzzam taksimi ben yapsaydım da, dünyaya tutulsaydım keşke…

Büyükdere’ye geldik. ‘Gündüz sen içmezsin, ama!” diye beni Mardiros’a soktu.Ne zamandır gelmediğim meyhane (…) Hep sazdan sözden bahsettik. Döndük. Ben arabadan inerken. ‘Sizden bir ricam var’ dedi. Sevdiğini duyduğum hanımı ben de tanıyordum. Fakat ihtimal vermiyordum. Acep benden tavassut mu isteyecek diye düşündüm. ‘Hayrola’dedim. ‘Bana bir güfte yazın’ dedi. Arkamdan soğuk ter boşandı. Güç halle ‘hay hay’ dedim.

Aylar geçti bir şey yazamadım. Çok utanıyordum. Baktım başka çare yok. Ankara’dan getirdiğim bir güftemi Doğancılar’daki evine postaladım.

Barut hazırdı. Ateşi görür görmez alev aldı ve kıvılcımlar içinde yine bir Hüzzam. Benim kaderim Hüzzam zahir!

“Gönül durup dururken bir güle uçtu, kuş gibi
Çırpındı dalında, dikeni tanıyormuş gibi
Yoruldu boş yere, derdini atıyormuş gibi
Döndü geldi bana, yarası kanıyormuş gibi!”

Sonra bir gün Çamlıca’ya evime geldi. Bu güfte için teşekkür etti(…) Giderken bir bestemi aldı.(…)

İstanbul’da çalıştığı gazino sahnesinde klarnetini takarken düştü ve sazıyla beraber kırıldı!”

Şükrü Tunar’ı Zincirlikuyu’da toprağa verip dönerlerken, çok ilgi çekici ve etkileyici bir olayla karşılaşırlar: “Zincirlikuyu dönüşü Baki Süha’nın arabasına bir çocuk atladı. Yağlı kara, yalın ayak, telinin biri gevşemiş kemanlı bir çocuk! Baki Süha sordu:

-Sen kime geldin?

-Baba’ya!

-Hangi Baba’ya?

-Şükrü Baba’ya! Başka baba var mı?

-Afedersin camide altı baba vardı da.

-Onlar öldüler, babam vefat etti.

-Anlayamadım?

-Babam yaşayacak…

Baki Süha’nın yüzüne bakakaldım. Altımdan otomobil kaydı sanki!… Çocuk Mecidiyeköyü’nde indi.

-Nereye, dedim.

-Koca kızı oynatmaya, dedi, gülerek koştu.Karşıda kocaman bir ayı bekliyordu.

Kaynak: Sermet Sami Uysal-Baki kalan bu kubbede

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.