Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Hacı Sadullah Ağa (1730-1801)

28.06.2017
5.085
Hacı Sadullah Ağa (1730-1801)

XVIII. yüzyılın sonu ile XIX. yüzyılın ilk yarısı içinde yaşamış, hayat hikayeleri ile eserleri bir birine karıştırılmış birkaç Sadullah adına rastlanır. Değişik kaynaklarda “Sadullah Ağa, Sadullah, Sadullah Efendi, Hacı Sadullah Ağa” olarak sözü edilen bu kimselerin, musiki ile ilgisi olmayan sadullahlarla karıştırılmış olamaları mümkündür.Çünkü, Enderun’da bu isimde çok insan yaşamıştır.Enderun Tarihi, musiki risaleleri, yazma güfte mecmuaları ile vakanüvislerin kayıtlarında bu gibi isimlere rastlanması araştırmacılar tarafından çeşitli yorumların yapılmasına yol açmıştır. Nitekim “ağa, efendi, hafız, hacı” gibi sıfatların gelişigüzel kullanılmasının pek çok karışıklığa sebep olduğunu görmekteyiz. Bunun için konuya kuşkuyla bakmak gerekiyor. Zaten ileri sürülen belgelerdeki bilgiler de çoğunlukla çelişkilerle doludur. Sadece bir iki eser besteleyerek adından söz ettiren musikişinasların bulunuşu bu kuşkuları arttırmaktadır.Rifat Bey ile Hafız Rifat Efendi’nin karıştırılması gibi. Sadullah Efendi ile Hacı Sadullah Ağa da bu gibi bestekarlardan yalnızca ikisidir.Türk Musiki Ansiklopedisi’ne göre Sadullah Efendi 1760 yılında İstanbul’da doğdu, tahminlere göre 1854 yılında öldü. Adı geçen eserde Sadullah Efendi’ye ait olan eserlerin çoğunun Hacı Sadullah Ağa’nın eserleri ile karıştırıldığına ve eserlerin bu iki kişi arasında bölüştürüldüğüne değiniliyor. Buna göre bu ayrımın kişisel görüşlere dayandığı ortaya çıkıyor. Biz bunlardan birisini, sadece Hacı Sadullah Ağa’nın romanlaşan hayat hikayesini incelemeyi uygun gördük. Daha geniş araştırmalar ve ele geçen yeni belgelerin ışığı altında gerçekler hiç şüphesiz günışığına çıkacaktır. Bugün elde bulunan belgelere göre çok yüksek bir bestekar ve sanat adamı olan musikişinas Sadullah Ağa’yı ok atmada, güreşte ve savaş oyunlarında başarılı bir adam olarak göstermek akla pek uygun gelmiyor.

Sadullah Ağa’nın 1730 yılında İstanbul’un Fatih semtinde doğduğu sanılıyor. Babası Farih Camii başmüezzini Hafız Kerim Efendi’dir. Sesinin güzelliğini babasından almış olduğu anlaşılan Sadullah Ağa, daha pek genç yaşta iken Enderun’a alındı. Sultan III.Selim’in hem şehzadeliği, hem de padişahlığı zamanında Enderun en parlak yıllarından birini daha yaşamıştı. Hacı Sadullah Ağa bir yandan Enderun hocalarından musiki kültürünü arttırır ve bu sanatın inceliklerini öğrenirken, bir yandan da diğer derslere devam ederek Arapça, Farsça öğrendi. Kabiliyet ve değerini kısa sürede ispatlayarak önce Çavuş, sonra Enderun’un en yüksek mertebelerinden biri olan muhasibliğe getirildi. Sultan III.Selim bu değerli sanatkarı sever sayardı. Bu sebeple Saray’da bir daire, Saray dışında bir konak “ihsan” edildi. Zamanla burada sözü dinlenen bir kişi oldu. Kültürlü, sözü-sohbeti yerinde, yakışıklı bir kimseydi. Ciddiyeti ve musikideki ustalığı sayesinde Harem’deki cariyelere musiki dersleri verirdi. Bu cariyeler arasında Mihriban adındaki bir kıza gönlünü kaptırmış, bu olay isminin çevresinde bir aşk masalının doğmasına sebep olmuştu. Bu macera tatlı bir sonuca bağlanmakla birlikte Sadullah Ağa’nın Saray’da daha ne kadar kaldığı ve ne zaman buradan ayrıldığı, hangi tarihte öldüğü kesin olarak bilinmiyor. Verilen tarihler ise çok çelişkilidir. Bu aşk masalı musiki tarihimize değişik şekillerde yansımıştır. Bunlardan biri şöyle;

“Üçüncü Selim’in musiki muallimlerinden Sadullah Ağa’nın musiki bilgisi ile beraber, sert ve namuslu bir zat olması hasebiyle hakkındaki itimada binaen Harem-i Hümayun’da bulunan cariyelere musiki talimine memur olmuş ve bu sıralarda cariyelerden biri ile sevişmiştir. Hadise padişahın kulağına gitmiş, gazaba gelerek idamını ferman buyurmuş ise de, üstadın Padişah hazretlerinin fevkalade sevgisini kazanmış olmasından ve günün birinde affa uğrayacağı ümit edildiğinden idam hükmünün infazında acele edilmemesi, sonradan pişmanlığı mucip olabileceği düşünülerek hapiste gizlenmesi münasip görülmüştür. Nitekim Sadullah Ağa birkaç gün devam eden hapis müddetinde, musiki fennince kıymeti pek yüksek olan (Bayati-Araban) faslını yazarak talebelerine talim etmiş ve bir akşam Padişah’ın huzurunda icra edilen şenlikte bu fasıl da okunmuştur. Bu renkli makam, faslın nağmeleri ve bestesindeki ince uslub Padişah’ın nazarı dikkatini celb ederek, (-Bu eserin bestekarı kimdir?-) diye sordukları zaman, kendi ustaları Hacı Sadullah Ağa olduğu cevabı verilince birden gazabı geçmiş, böyle kamil bir üstadın idamı hakkındaki fermanından dolayı esef ve pişmanlılarını belirtmiştir. Bunu fırsat bilerek idam fermanının henüz icra edilmediği ve Sadullah Ağa’nın hayatta, hapiste bulunduğu bildirilmiş. Bunun üzerine Üçüncü Selim memnun olarak derhal tahliyesi ile beraber sevgilisi olan cariye ile evlendirilmesini ferman etmiş ve aynı zamanda üstadın hayatını kurtaranları da mükafatlandırmıştır. Bestenin güftesi şudur;

Padişahım, lutfedip mesrur u şadeyle beni,
Na-ümidim, bir nazar kıl ber-muradeyle beni.
Hatırımdan bir nefes gitmez dua-yı devletin
Sen de ey kan-ı kerem lutfunla şadeyle beni.”

Üçüncü Selim gibi hassas, bu sanata gerçekten gönül vermiş bir musiki ustasının bu gibi basit bir sorundan yola çıkarak idam emri vermesi uzak bir ihtimaldir.Eğer böyle bir olay olmuş ise, başka etkenlerin devreye girmiş olması muhtemeldir. Bu sebeple şu ikinci hikaye akla daha yakın geliyor;

“…III.Sultan Selim devrinin tanınmış sanatkarları arasında Sadullah Ağa da mühim bir mevki elde etmiş bir musikişinastı. (Çavuş Mülazımı) olarak Enderun’a giren Sadullah Ağa, oradaki muallimlerden musiki tahsil etmiş, (Çavuş) olmuş, senelerce Padişah’ın meclislerinde bulunmuştu. Sarayda yapılan Küme fasıllarına, mehtaplı gecelerde Boğaz’ın münevver sahilleri arasında saltanat kayıklarındaki ahenk ve zemzemeye iştirak etmiş, nice zamanlar Padişah’ın muhasibliğinde bulunmuştu. Padişah’ın hemşiresi Beyhan Sultan bir gün kendi saraylılarını yetiştirmek, onlara musiki talim etmek için biraderinden bir usta rica ettiği zaman, Üçüncü Selim kızkardeşine bu kıymetli muhasibini göndermişti. Haftada bir-iki gün Beyhan Sultan Sarayı’nın yaldızlı kubbeli, içinde esrar ve evham dolaşan loş divanhanelerinin birinde musiki meşkleri yapılır, narin vücudlu, ürkek edalı, ipek şalvarlı Çerkes güzelleri çekingen ve mütecessis hocalarının karşısına dizilirler, onun geçtiği eserleri billuri sesleri ile okurlar, o yüksek kubbeleri derin ve ilahi terennümleriyle doldururlardı. Sonra ders bitince vahşi ve güzel bir gazal sürüsü gibi sarayın sessiz derinliklerinde kaybolurlardı.”

“Sadullah Ağa bir gün hep beraber yükselen billuri ahengin bir köşesinde kırık bir ses, sanki ağlayan bir nağme hissetti. Bunun sebebini bulmak için o tarafa çevrilen nazarları kendine bakan baygın , şuh iki ela gözle karşılaştı. Bu gözlerde musiki ile birleşerek konuşan öyle hürmetkar ve meftun bir mana, öyle ümitsiz bir iştiyak titriyordu ki, neye uğradığını şaşıran hoca gözlerini başka tarafa çevirdi; fakat olan olmuştu. Genç saraylı ümitsiz aşkını ifşa eden gözlerini kaçırmış, hocası da bu renkli nurlardan akan cazip seyyalenin büyüsünden kurtulamamıştı. Fakat kuytu köşelerdeki sık kafesler arkasına gizlenmiş meraklı gözler, bu iki temiz ruhun derinliklerinde nüfuz etti; sırlarını pek çabuk ortaya attı.”

“Beyhan Sultan Sadullah Ağa’yı sarayından uzaklaştırdı, derslere son verdi. Hiddetini teskin edemeyerek Sadullah Ağa’yı öldürmesi için Padişah’a rica ve ısrara başladı. Padişah, muhasibin günahsızlığına inandığı kadar, kıymetini bildiği için süreta hemşiresine muvafakat eder gibi davranmış, fakat el altından Sadullah Ağa’nın bir tarafa gizlenmesini emretmişti. Aradan günler, haftalar geçti. Zavallı Sadullah Ağa bu gizli köşede geçen yalnız ve mahrum günlerinin eseri olan bestelerinin birinde;

Gönlümü şufte kılan sevda senindir, sen benim
Ah benim canım, ah cananım, Mihribanım
Ah sen benimsin, sen benim!…

tehassürü ile kendine teselli aramış, hicranını seslendirmişti. Bir Ramazan gecesi Topkapı Sarayı’nın “Hünkar Sofası” musiki üstadlarının sanatkar nağmeleriyle dolup taşarken, dinleyiciler arasında bulunan Beyhan Sultan, Sadullah Ağa’nın boş bıraktığı yeri acı ile görmüş, teessürünü yenemeyerek Padişah’a, (-Ah!Aslanım Sadullah Ağa kulunuza pek yazık oldu; yokluğu ne kadar belli oluyor) diye teessür ve pişmanlığını izhar etmişti. Bu fırsatı bekleyen Sultan III.Selim, (-Üzülmeyin hemşire; ben sizin nadim olacağınızı bildiğim için Sadullah’ı sakladım. Mademki pişman oldunuz, şimdi şanınıza düşen mükafatı o zavallıya ihsan edin-) demişti. Nihayet Beyhan Sultan’ın muvaktiyle Çerkes kızı, baygın gözlü Mihriban azat edilerek bu iki meftun sanatkar gönül, birbirleriyle birleşti.”

“Senelerce sonra, Hicri 1216 (M.1801) yılının bir gününde her yaşayan varlığı sinesine çeken ölüm, Sadullah Ağa’yı da hatırlamıştı bir zamanlar en ücra köşelerinde bile besteleri dolaşan İstanbul’u omuzlarda dolaşan tabutu ile geçmiş, (Ziyan ola makam elhac Sadullah Ağa’ya) temennisiyle kendisi kabre ve hikayeleri de kalblere gömülmüştü.”

Bu hikayenin daha başka türlü anlatılışı da vardır. Şekli ne olursa olsun bu olayı bir gerçek olarak kabul ettirecek belgelere sahip değilsek de, bunu saf ve masum bir sanatkar aşkı olarak kabul etmekte de hiçbir sakınca yoktur.

Hacı Sadullah Ağa XVIII. yüzyıl sonu ile Sultan III.Selim döneminin en kudretli bestekarıdır. Aslında onu XVIII. yüzyıl musikişinasları arasında incelemek gerekirken bu sebeple XIX. yüzyılda incelemeyi uygun bulduk. “…Bu dönemde yaşayan bestekarlar arasında Hacı Sadullah Ağa’nın pek değerli ve önemli bir yeri vardır. Klasik musikimizin klasik şekil, ritm, melodi, makam özelliklerini iyi ,düzgün, olgun bir bestekarlık anlayışına , kabiliyetine temel yaparak, vücuda getirdiği ses mimarimize ait eserleriyle gerçek ve geniş bir şöhret sahibi olan Hacı Sadullah Ağa bize Arazbar-Buselik makamında bir Kar, bir Beste ve Yürük Semai, Hicaz makamından Beste ve Yürük Semai, Uşşak makamından bir Kar, Muhayyer makamından bir Ağır ve Yürük Semai, Bayati-Araban makamında iki Beste ile Ağır ve Yürük Semai bırakmıştır. Bayati-Araban makamındaki eserlerinden birinci Beste’nin güftesinde Padişah’ın sevindirilmesini murada erdirilmesini yalvaran bir insanın sesi duyulur. İkinci Beste’de ise seven bir gönül sevgilisini sözle, sesle adeta sarmış, kucaklamış gibidir . Ağır ve Yürük Semai’nin güfteleri bu eserler için seçilmiş manzumelerden alınmıştır.”

“Bestecilikte üstün bir kabiliyet ve kudret sahibi olan Hacı Sadullah Ağa, Klasik sanatın içe ve dışa ait bütün özelliklerinden ustaca faydalanmayı ve bunları büyük formda eserler, makam ve şekillerle değerlendirmeyi bilmiş ve başarmıştır.”

Eserlerinin büyük bir bölümü Padişah’a methiyedir ve ona sunulmuştur. Bu dönemde yetişen büyük musiki ustaları Padişah ‘ın sanatkar kişiliğinde en verimli yıllarını yaşayarak bir “Ekol” oluşturmuşlar, musiki sanatımızın en değerli eserlerini vermişlerdir. Yeni tertip edilen makamlarla, eski ve unutulmuş makamlardan birbirinden güzel eserler bestelemişlerdir.

Sadullah Ağa, Tanburi İzak’la şedd-i araban faslını; Vardakoşta Ahmed Ağa, Hafız Şeyda, Küçük Mehmed Ağa ile bugün unutulmuş olan Tahir makamındaki Kar’ı bestelemiştir.Bir söz eseri bestekarıdır, saz eseri bestelememiştir. Günümüze Kar, Beste, Ağır ve Yürük Semai olarak yirmi yedi eseri gelebilmiştir.

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

Acemaşiran-Açıldı şu bahar bir gonca-i gül

Arazbarbuselik-Düşdüm düşeli aşk oduna rûz-i ezelden

Arazbarbuselik Kâr

Arazbarbuselik-Nice bir ey şûh-i cihan aşk ile nâlân olayım

Beyatiaraban-Bülbül-i dil ey gül-i rana senindir

Beyatiaraban-Diller nice bir çâh-ı zenehdânına düşsün

Beyatiaraban-Nevcivanım lûtfedip mesrur u şâd eyle beni

Beyatiarban-Raks eyleyecek naz ile ol âfeti mısri

Hicaz-Câm-ı aşkınla heman şûride-ser bir ben miyim

Hicaz-İkbâlimi sâye-i hümâdan bilmem

Hicaz-Nideyim sahn-ı çemen seyrini canânım yok

Hicazkâr-Ey Şehenşâh-ı cihân ârâ-yı nev tarz-ı usûl

Hüseyniaşiran-Azimetin nereden böyle

Hüseyniaşiran-Dilber olacak âşıkına eyleye çâre

Hüseyniaşiran-Nevbahar oldu yine azmi gülistân görünür

Hüseyniaşiran-O müşkin turralar kim ol büt-i dilcûda gördüm ben

Muhayyer-Bir elif çekdi yine sineme cânân bu gece

Muhayyer-Hâl-i siyehi gerden-i nâzik terindedir

Muhayyersünbüle-Şah-ı nem hemişe lûtfun umar bu fütadecik

Sabazemzeme-Gel şâhı cihanım gidelim gülşene

Sabazemzeme-Nedir bu gonca dehen sende ey gül-i ahmer

Sûzidilâra-Beni ey gonca-fem bülbül sıfat nâlân eden sensin

Şedaraban-Ne dem ki sinesi ol gül-ruhun küşâde olur

Şedaraban-Nedir murâd-ı dil kûy-i yâri biz biliriz

Tahirbuselik-O gül endam bir al şâle bürünsün yürüsün

Uşşak Kâr

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.