Neyzen Emin Yazıcı (1883-1945)
Hattat ve neyzen Emin Yazıcı 1883 yılında İstanbul’un Tophâne semtinde Türkgücü Mahallesi’nde doğdu. Büyükbabası Galata Köprüsü’nün “mültezim” i Ömer Efendi, babası Hırka-i Saaded Camii hatibi Hâfız Sabri Efendi’dir. Tophâne’deki Sirkeci İlkokulu’nu bitirdikten sonra Fevziye Rüştiyesi ve Dersaadet İdadisi’nde orta öğrenimini tamamladı. İki yıl “Hukuk Mektebi” ne devam ettiyse de bitiremedi. Süleymaniye Medresesi’ne devam ederek, Kadıasker Tophaneli Hâşim Efendi’den yetiştirmesi ve Fevziye Rüştiyesi öğretmenlerinden Nuri Efendi’den “Câmi Dersleri” okuyarak “icâzet” aldı. İlk resmi görevi 1902 yılında atandığı “Posta-Telgraf Nezareti Mektûbi Kalemi” ndeki katipliğidir. I.Dünya Savaşı sırasında (1914) “Erkan-ı Harbiye-i Umûmi Reisliği” yani Genel Kurmay Başkanlığı “Harita Şubesi” ne sınavla hattat olarak girdi. Bu tayin Bursalı Hattat Reşid Efendi’nin emekli olmasından sonra yapılmıştır.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Genel Kurmay Başkanlığı Ankara’ya taşınınca, bir süre Harita Genel Müdürlüğü’nde çalıştı ve buradan emekli olarak İstanbul’a yerleşti. 1943 yılında felç geçirdi ve yatağa mahkum oldu.Nihayet 4 Şubat 1945 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Eyup Mezarlığı’nda, ağabeyi hattat Ömer Vasfi Efendi’nin mezarının yanıbaşına defnedildi. Dr.Fahri Celal Göktulga ölümünden iki gün sonra şu satırları yazmış:
“… Tophâne’deki kendi gibi tarihi evinde halilesinin dostlarının, talebelerinin kolları arasında çocuk gibi tertemiz bakan mavi gözlerini kapadı. Sağ tarafına inme inmişti. Güzel ve zarif elleri neyin perdelerine zaten bakacak halde değildi. Cumartesi günleri Hakkı Süha, Hicabi, Süleyman (Erguner), Ressam Halil gibi neyimizi ondan öğrenmiş şakirdleri yatağının etrafına toplanırdık. Sol elinin parmaklariyle usûl tuta tuta yine başta idi. Yanlışları titrek sesiyle düzelterek, olmayacak şed yollarını tarif ederek, yine üstad idi. Şakirdleri onun eserlerini dört-beş ney ile çalarlarken, o yüzde yüz alaturka evinin her bucağı –burada bir başka hava var der gibi feryad ederdi. Emin Dede mûsikimizin son büyük temadisi ve son ustasıdır; fakat o aynı zamanda tam manası ile halis bir Türk idi de. Zannederim hiçbir ihtirası, pul fikri, hattâ otomobil gürültüsü bile evinin huzuruna giremedi. Üstü halılarla örtülü sedirlerde diz çökülür oturulurdu. Sokak kapısının önünde pabuçlar çıkarılır,terlikler giyilirdi. Orada elektrik ampulleri bile birer kandil tevazuu ile titrerdi. O evde sesler mûsiki, rüzgârlar beste, muhavere edep, ziyaretçiler tevazu sahibi idiler…”
Ölümü dolayısıyla Tahir Olgun’un yazmış olduğu tarihi şiir şudur:
Nây-i takdir-i Hudâ nağmezen-i cûş-â-cuş
“İrcii” nâlesinin mesti Cihan’da her gûş
Şu fena alemine konmuş olanlar göçüyor
Bakılırsa görülür mehd ile makber hemdûş
Şefkatinden mi aceb halkı çeker sinesine
Ecel unvânı ile dâim açık bir âgûş
Dem-be-dem âleme aksâvar olan hangi kazâ
Etti serneyzeni de tiz sesiyle bihûş
Dönerek uçtu bekâ sâhasına rûhu’l-Emin
Rahmetü mağfiretin sâgarını eyleye nûş
Feyzine mazhar olup Hazret-i Mevlânâ’nın
Eylesin rûh-i revânı orada cuş u hurûş
Düştü gülbang-i esef şeş cihete ey Tâhir
Mutrub-i bezm idi neyzenbaşı oldu hâmûş (H.1364)
Usta bir hattat olan Emin Efendi, ilk yazı derslerini, Fevziye Rüştiyesi öğretmenlerinden Çukurcalı Kadri Efendi’den alarak sülüs ve nesih türü yazıyı öğrendi. Ağabeyi Ömer Vasfi Efendi’den celi türünü öğrenerek özellikle bu yazıda ustalaştı. Hattat Sami Efendi’den yararlandı. Bununla birlikte az yazı yazmış, öğrenci yetiştirmemiştir. Hat sanatı tarihinde çok ustaca yaptığı “yazı taklitçiliği” ile tanınır. Hat sanatında önemli bir özellik sayılan bu alanda Şeyh Hamdullah, Hâfız Osman, Mustafa Rakım, Mahmud Celâleddin ve Şevki Efendi’yi asıllarının aynı sayılabilecek bir başarı ile taklit etmiştir. “Yazıcı” soyadını hattatlığı sebebi ile almıştır.
Mûsikide ilk hocası Tophâne Nusretiye Câmii Hâfız Hâşim Efendi’dir. Bu hocasından ilk kez Nayi Osman Dede’nin rast makamındaki âyinini geçti. Daha sonra Galata Mevlevihânesi kudümzenbaşısı Raif Dede ile Ahmed Celâleddin Dede’den âyinleri öğrendi. Hopçu-zâde Ahmed Efendi’ye devam ederek başta ilâhi ve durak olmak üzere başka dini eserler, en önemlisi mir’aciyenin dügâh, segâh, saba, müstear bahirlerini elde etti. Mir’aciyenin bu bölümleri ile pek çok dini eseri notaya aldı. Ahmed Celâleddin Dede’nin ölümünden sonra mir’aciyenin eksik kalan bölümü olan Hüseyni bahrini kardeşi Rıza Efendi’den tespit etti.
Türk dini ve sanat mûsikisi eserlerinin en doğrusunu bilen bir sanatkâr olan Bolahenk Nuri Bey’den çok yararlandı. Onun karcığar ve bûselik makamlarındaki âyinlerini bizzat bestekârından öğrenerek notaya aldı. Bu dersler Nuri Bey’in ölümüne kadar sürdü. Rauf Yekta Bey’den Hamparsum notası ve nazariyat, neyzen Şevket Gavsi Bey’den Batı notası dersleri aldı. Hüseyin Fahreddin Dede ile belediye altıncı dâire muhasebecisi Sadık Bey’den saz eserleri ve fasıllar geçerek bunları notaya aldı.
Ney hocası Aziz Dede’dir. Ağabeyi ile Hattat Sami Efendi’ye devam ettiği yıllarda. Sami Efendi de Aziz Dede’den ney dersi aldığı için, ara sıra Emin Efendi’ye ney üfletir. “Bu oğlanda kudemâ tarzı var, işittikçe safalanıyorum” dermiş. Aziz Dede’den ilk Şevk-u Tarab peşrevini öğrenerek , hocasının takdirini kazanmıştı. O yıllarda Galata Mevlivihânesi neyzenbaşısı olan Hakkı Dede’den yararlandı. Hakkı Dede’nin ölümü üzerine Galata Mevlevihânesi kudümzenbaşısı oldu. Musa Süreyya Bey’in müdürlüğü sırasında Darülelhan’a ney öğretmenliğine getirildi. Klasik ney icrasının son ustalarından olduğu kabul edilir. Çeşitli kaynaklarda “Neyzen Emin Dede” olarak adı geçtiği halde “Dede” değildir.
Notaya aldığı eserlerde Hamparsum notasının kullanmıştır. En büyük özelliği tahrifi sevmemesi, hem kimden aldı ise eserlerde hiçbir değişiklik yapmadan, en ufak ayrıntısına kadar notaya almasıdır. Birçok araştırmacının yaptığının aksine eserlere kendiliğinden bir şeyler katmamış otantik özelliğini korumuştur. Böylece çok güvenilir bir koleksiyon ortaya çıkarmıştır.
Terbiyeli, nazik, sanatkâr tavırlı, alçak gönüllü bir kimse olan Emin Efendi hiçbir kıskançlık gözetmeden her isteyene bildiğini öğretmeye çalışan bir yaratılıştaydı. Mûsiki alanında bayati, dilkeşide, ısfahan, kürdilihicazkâr, rûyi ırak, sûzidil, sûzinak makamlarından peşrevleri, neva makamından saz semaisi, müstear makamında tamamlanmamış bir Mevlevi âyini kalmıştır. Peşrevlerinde devrikebir aruzuna uygunluk kusursuzdur ve makamların seyir ve hareketini ustaca aksettirmiştir.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Henüz yorum yapılmamış.