Abdülbâki Nasır Dede ( 1765-1820)
Abdülbâki Nâsır Dede 1765 yılında Yenikapı Mevlevihânesi’ne yakın bir evde doğdu. Babası aynı dergâhın şeyhi Kütahyalı Ebû Bekir Efendi, annesi ünlü neyzen, mutasavvuf ve bestekâr Nayi Osman Dede’nin kızı Saide Hanım’dır. Ali Nutki Dede’nin küçük kardeşidir. Öğrenimini mevlevihânede yaptı; babasının ölümü, abisinin postnişin oluşundan sonra mevlevihânedeki hücresine çekilerek kendini çalışmaya verdi. Bu arada Arapça ve Farsça’ya çalıştı. Milasmüftüsü-zade Halil Efendi’den islâmi ilimleri öğrendi. Musikiyi tekkede mûsikişinaslardan meşk etti. Bu sanattan erken yaşlarında feyz almıştır. Edebiyat ve tasavvufa da vakıfdı. Ali Nutki Dede’nin şeyhliği döneminde dergâhın neyzenbaşısı idi. Klâsik ney icrasının son ustalarındandır.
Başlangıçta babası tarafından tekkenin vakıf işlerine bakmakla görevlendirilmişti. Babasının ölümünden sonra edebiyat, özellikle Türkçe, Arapça, Farsça yazılmış edebiyat kitaplarının incelenmesine ağırlık verdi. Böylece o yıllarda geçerli olan bütün ilim dallarında geniş bilgi sahibi oldu. Kardeşinin izni ile 1795’de evlendi. Ağabeyinin 1804 yılında ölümü üzerine Hacı Mehmed Çelebi tarafından “Sikke” giydirilerek şeyh tayin edildi. Bu makamda on yedi yıl kaldıktan sonra genç denebilecek bir yaşta 25 Mart 1820 tarihinde öldü ve tekkenin mezarlığına defnedildi. Mezartaşında bulunan “bir eksik tâmiyeli” tarih mısraı şudur:
“Âlem-i lâhûta cân attı bu dem Bâki Dede” 1820 (H. 1237)
İzzet Molla’nın tarih şiirinin son beyti de şöyle:
“Etti İzzet dâne-i süphayle tarihin hisab
Şeyh Bâki buldu fâniden rehâ Allah deyüp” 1828 (H. 1237)
Abdülbâki Dede bir ömür boyu titiz bir araştırmacı olarak bir çok konuya el atmış; edebiyat, tasavvuf ve şiirle derinlemesine bilgi sahibi olarak Esrar Dede’nin takdirini kazanmıştı. Mevlevi Musa Sofi Efendi’nin (Musa Dede’nin) “Ta’rib-i Şâhidi” adındaki eserini “Şerh-i Şâhidi” adı altında şerhini (açıklamasını) yapmış, Eflâki Dede’nin “Menâkıb” ını Farsça’dan Türkçeye çevirmiştir. Ağabeyi Ali Nutki Dede ile “Defter-i Dervişan” adında bir eser hazırlamış olan Nâsır Dede bazı tasavvufi gazeller söylemiş, “Nâsır” mahlasını ve “Hüner” redifli bir kaside yazarak mûsiki ile ilgili eserinin arkasına eklemiştir.
Esrar Dede’nin çağdaşı ve arkadaşıdır. Esrar Dede onun şiir ve edebiyattaki kabiliyetini sezdiği için “-İnşallah üç senede Divan sahibi olur” temennisinde bulunmuştu. “Gerek redifli bir gazelini örnek olarak alıyoruz:
Uşşâka yanma, dilbere resmi vefâ gerek
Gûya’ya nâle, goncaya rengü bahâ gerek
Cânâna mâcerâ-yı gam ü hicri anma gel,
Ey dil, desen de demesen de bundan bana ne gerek
Âşık onar mı dağ-dağa-i kıyl ü kâ’li liyk
Dilber hemişe âşıka şefkat-nümâ gerek
Anlamalı hâl-i aşkı kelâm ile bir kişi
Bir yara derd-i aşka hele âşinâ gerek
Nâsır humâr-ı aşka şarâbın ne şef-i var
Mümkünse gâhi bûs-i lebb-i diber-i bâ gerek
Türk musikisinin yüzyıllardan beri ihmal edilen bilimsel yönünü ele alarak eski “Edvâr” kitaplarını incelemiş, her birini diğerleri ile karşılaştırmıştır. Mûsikinin özellikle fizik ve akustik yönlerini ele almıştır. Sultan III.Selim mûsikimizde notasızlığın nelere mâl olduğunu çok iyi anlayan aydın bir hükümdardı. Bir nota ihtiyacını zaman zaman dile getirmiş, buna bir çare bulunmasını çevresinde bulunan sanatkârlardan istemişti. Bu sanatkârların arasında Abdülbâki Nâsır Dede de vardı. Padişahın bu isteğini Seyyid Ahmed Ağa kendisine iletince, mûsiki ile ilgili incelemelerini “Tedkik-i Tahkik” adı altında, 1794 yılında bir “Risâle” de topladı. Daha sonra bu eserini biraz daha genişleterek ve bazı ekler yaparak “Tahririye” yi yazdı. Bu eserinde dedesi Nayi Osman Dede’nin bulduğu notayı daha geliştirilmiş şekle sokmuş, padişahın Sûzidilâra makamındaki peşrevi ile diğer bazı eserleri notaya almış ve Sultan III.Selim’e sunmuştu. Bu büyük insan aynı zamanda Hamami-zâde İsmail Dede’nin mûsiki ve ney hocasıdır.
Abdülbâki Nâsır Dede’nin sanatkârlık derecesini mûsiki sanatındaki uygulama alanında görürüz. Isfahan ve Acem Bûselik makamlarında iki Mevlevi âyini bestelemiş, bunlardan Isfahan makamında olanı tamamen unutulmuştur. Acem Bûselik âyini için Rauf Yekta Bey şunları söylüyor:
“….Acem Bûselik makamında bir âyini vardır ki, cidden çok nefistir. Kendisine mahsus ruhani bir lâtiflikte olan bu gönül açıcı eser, büyük bestekârın sesler sanatında ne kadar ince bir hassasiyette olduğunu gösteren yeni nüktelerle doludur.”
Bu iki ayin mukabele günlerinde sık sık okunan âyinler arasında idi. Ayrıca Dilâviz, Ruhfezâ, Gülrûh, Dildâr, Naz, Niyaz, Hisar Kürdi adının verdiği makamlarla bir de “Şirin” adında usul düzenlemiştir.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Henüz yorum yapılmamış.