Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Başörtülü Futbolcu

10.09.2017
2.019
Başörtülü Futbolcu

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Kayınpederlerin Kanada’nın Toronto şehrinde oturduklarını, yaşlı oldukları için zaman zaman ziyaretlerine gittiğimizi, AKSİYON’daki ilk yazılarımdan birinde yazmıştım. Kayınpeder 85 yaşında; 3 ay önce hem gözünde, hem ayağından ameliyat oldu. Kayınvalide ise 79; o da 2 ay önce böbrek yetmezliğinden peritoniyal diyalize başladı. Tıbbi adı periton olan karınzarına takılan kateter yardımıyla, özel bir su kullanarak, hastaneye gitmeksizin diyalizini evde kendiniz yapıyorsunuz (Allah esirgesin başınıza gelmesin de siz böyle şeyleri hiç bilmeyin). Telefondaki “Anne, damadında özenecek başka bir şey bulamadın mı?” latifemizden sonra (ben de böbrek nakilliyim, biliyorsunuz), atladık uçağa, ziyaretlerine gittik. Toronto’nun Scarborough mevkiinde, 23 katlı bir binanın 12.katında oturduklarını, binanın arka cephesinin, içinde 7 tane futbol sahası olan Terry Fox Park adlı büyük yeşil alana baktığını da, yukarıda sözünü ettiğim yazıda söylemiştim sanıyorum. Son ziyaretimizde, evin ihtiyaçlarıyla ilgilenmekten veya yazı yazmaktan fırsat bulduğum zamanlarda, o sahaların bir kısmında aynı anda yapılan öğrenci maçlarını seyretmekten kendimi alamadım (hasta olmamakla birlikte, bu spora zaafım vardır; çocukluğumda mahallede biraz top koşturmuştum).Bizim gittiğimiz hafta, Toronto ve çevresi liseler kız futbol takımlarının bahar dönemi turnuva maçları varmış. Cadde kenarına dizili sarı okul otobüsleri ve çok sayıda özel arabayla çevrili, biletsiz, tribünsüz, top toplayıcısız, ama çok bakımlı yemyeşil sahalarda, sadece antrenörleriyle, orta ve yan hakemleri erkek olan rengarenk formalı kız takımları, yalnız yedek oyuncular ve az sayıda okul arkadaşlarından oluşan seyirci önünde, öğleden evvel iki, öğleden sonra üç olmak üzere hergün maç yapıyorlar. Birgün yine yorulup da, hayli yüksekte olan evin birkaç sahayı aynı anda görme imkanı veren penceresinden maç seyretmeğe koyulduğum sırada, takımlardan birinde oynayan başörtülü, forması el ve ayak bileklerine kadar kapalı bir kız gördüm. Acaba yanlış mı gördüm diye bir daha baktım. Hayır, doğruydu gördüğüm. Son derece düzgün ve uzun şut çekiyor, hava paslarında herkesten fazla sıçrayıp kafasını sağa-sola-arkaya eli gibi kullanıyordu. Maçın tek golünü de, kornerden gelen topa tutulmaz bir kafa şutuyla yine o kız attı. Kızlar futbol oynar mı, veya başörtülü kız futbol oynar mı, demeyin. Futbol, tercih ettiği spor dalı ise (hemen bütün dallarda spor yapan kızlar var), başörtüsü ve giyim tarzı da tercih ettiği yaşama şeklinin görüntüsü ise, kim ne karışabilir ki? Tabii sözüm, demokrasiyi yaşayan ülkeler için; seçim meydanlarında yem olarak kullananlar için değil. Bizim hatun bir zamanlar ODTÜ’de Temel İngilizce bölümü hocasıydı. Başörtülü bir öğrenciyi sınavdan çıkarmadığı için disiplin kuruluna verilmiş, o da kırık Türkçesiyle yaptığı savunmada (kendisi Jamaikalıdır) “Bu kız Mardin’li, başı 6 yaşından beri örtülü; başörtüsünü çıkardığı anda alnı iki renk, güneş görmemiş kısımlar bembeyaz. Ama kafasının içi pırıl pırıl, not ortalaması da 98. Başındaki örtüyle niye uğraşayım? Hintli öğrencilerimizin sari’sini çıkarttırmayı da düşünüyor musunuz?” diyerek, disiplin kurulu üyelerine güzel bir demokrasi ve insanlık dersi vermişti.

“Efendim, biz bunlara değil, bu giyim tarzını politik amaçla, bir tür isyan üniforması gibi kullananlara karşıyız?” Demek onlara karşısınız? Peki, bu giyim tarzını politik amaçla, bir tür isyan üniforması gibi kullananları böyle davranmaya kim itti? Efendim, ne dediniz? Evet-ama-fakat-hayır-şey-yani-aslında….dan başka cevabınız yok, değil mi? İnsanlar bundan böyle şöyle yazacak, şöyle konuşacak, şöyle giyinecek, şu müziği dinleyecek, şöyle inanacak, şöyle yaşayacak diye zorlanamaz. Zorlanırsa hiçbir sonuç alınamayacağı bir yana, ortaya çıkacak anomalilerin sorumluluğu da zorlayanların olur. Bu ülkede bir zamanlar kalpak giymek yasaktı. Şimdi 8-10 yaşında çocuklar meydanlarda sarık-cübbeyle geziyor, kimse gık demiyor.Bu ülkede bir zamanlar Cuma’ya giden memurlar şarka sürülür, evinde Kur’an bulunanlar karakola çekilirdi. Şimdi bütün medya Ramazanı iple çekiyor. Kur’an-hadis-tefsir dağıtmak için. Bu ülkede tekkeler 1925’ten beri kapalı, ama her yerde tarikat ayinleri yapılıyor. Türkçenin alfabesi 29 harftir dendi; eski dilimizin iki türlü H, iki türlü K, iki türlü S ve iki türlü Z’si için birer harf yeter denilerek etimolojiler ve kelime aileleri yok edildi. Ama X’in girmesiyle alfabe 30 harfe çıktı. (“Sıcak sulu, çift asansörlü,LÜX apartman daireleri” levhalarını görmemiş olamazsınız). Sonuç olarak; bir ülkenin adetleri-inançları-gelenekleri, başka bir kültürünkü ile değiştirilemez. Bunun çağdaşlaşmayla filan da hiç mi hiç ilgisi yoktur. Kanun çıkarıp değiştirebilirsiniz, ama yanlış hesaplarınız birer-birer Bağdat’tan dönmeye başlar ve siz oturup –senfoni orkestranızca çokseslendirilmiş şekliyle- “Kendim ettim, kendim buldum” şarkısını söylersiniz. (15 Haziran 1996)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.