Bir Ameliyatın Hikayesi I
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
AKSİYON’da yazmaya başladığım uzun yıllardan bu yana ilk defa sizlerden uzak kalmama sebep olan bir ameliyatın hikayesi bu, anlatmak istediğim. Çok fazla müzikal bir ameliyat değil bu. Ama kesilen ve kullanılmaz hale gelen de bir müzisyenin eli. Bu kesilip biçilme macerasını anlatmakla, aynı zamanda, telefon, telgraf ve bizzat ziyaret suretiyle muhabbetlerini göstermiş olan dost ve okuyucularımın nezaketine topluca teşekkür etme imkanını da bulmuş oluyorum.
Benim bir böbrek hastası olduğumu okuyucularım biliyorlardır. Böbrek hastaları, a) Böbrekli böbrek hastaları (yani canlı verici veya kadavradan uygun böbrek bulunup takılmış olan ve belirli birkaç koruyucu ilacı almaktan başka yükümlülükleri olmayan hastalar), b) Böbreksiz böbrek hastaları (yani çalışmayan böbrekler yerine “dializ” adlı suni böbrek temizleme işlemine girmek zorunda olanlar veya takılan canlı veya kadavra böbreği herhangi bir sebeple “reddolmuş” bulunanlar) olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ben bir süre b tipi, uzun süre de a tipi böbrek hastasıydım. Geçirdiğim çeşitli ameliyatlar sonucu böbreğim reddolduğu için, şimdi tekrar b tipindeyim, yani yeniden diyalize girmek zorundayım.
Diyaliz tedavileri de; “hemodiyaliz” (yani halkımızın ‘makineye bağlanmak’ olarak bildiği, daha yaygın kullanılıp haftada üç gün ortalama dörder saat süreyle diyaliz merkezinde kola girilen iğnelerle hemşire tarafından yapılan kan temizleme işlemi), veya (karın zarı boşluğu) diyalizi” adı verilen, kan değişiminden ziyade bir kısmı kanın içinde, bir kısmı dışarıda “kateter” adlı plastik tüp yardımıyla çeşitli yoğunluklarda şekerli serum dolaşımında dayalı, Türkiye’de henüz fazla yaygınlaşmamış olan tedavi şekli olmak üzere iki türlüdür.
Amerika’da geçirdiğim tedavi sırasında yeniden hemodiyalize dönebilmem için kolumda gereken “fistül” ün açılmasını sağlayacak damarlarımın durumunu gösterecek bir tür ultrasonografi olan “Doppler” testi yapılmış, ancak kolda atardamarı toplardamara bağlayacak müsait durum görülemediği için periton diyalizine başvurmak zorunda kalınmıştı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, hemodiyaliz gibi haftada üç defa dörder saatten oniki saat yerine hergün evde 10 saat makine+12 saat elle (manuel) yapılan işlem, her gece dört defa uyanıp toksinli sıvıyı vücuttan atabilmek için yatağın kenarına oturup çeşitli hareketler yapmak maalesef bizim bünyemize uygun gelmedi. Ayrıca periton diyalizi yüzde maskeyi, ellerde batikonu gerektiren büyük bir sterilite içinde yapılması zaruri olan , bu şartlara uyulmazsa karın zarı iltihabı anlamında “peritonit” adlı çok tehlikeli bir hastalığa sebep olma riski olan bir tedavi. Ve biz maalesef buna da bir defa yakalanıp kısa süre önce ağır antibiyotik sayesinde kılpayı kurtulduk. Kurtulduk ama verilen antibiyotikler dört aydanberi vücudu perişan etti, ne barsak düzeni bıraktı, ne de iştah. Bir deri-bir kemik haline geldik hamdolsun. Yeniden hemodiyaliz tedavisine dönme kararı bu şartlarda verildi.
Eski ve yeni nefrologlarım Prof. Mehmet Sever’le (İ.Ü.) Doç. Çetin Özener’in (M.Ü.) ortaklaşa tavsiye ettikleri kardiovasküler cerrah Prof. Selçuk Baktıroğlu’nun, luzum gördüğü yeni bir Doppler testinden sonra 12 Ocak’ta fistül ameliyatım yapıldı. Ancak testin gösterdiğinin aksine, birinci kesimde değil, ikinci kesimde değil, ancak üçüncü kesimde atar ve toplardamarlar bulunup bağlanabildi. Bunun da sonucu üçüncü kesimin bilekten “kan çalması” ile sol el beslenmesizlikten buz gibi, parmaklarda hareket çok zayıf, el mor ve şiş. Hele lokal anestezinin etkisi geçtikten sonra sancıdan vay Allah vay!
Ertesi gece 11.30’da Özden’den telefon geldi. Ankara Göz Bankası kornea nakli operatörü, çok yakın dostumuz, Prof. Özden Özdemir nasıl olduğumu soruyordu. Feryadlarım onun da canını sıkmış olmalı ki, onbeş dakika sonra tekrar aradı. Bu süre zarfında, hafta içinde Hacettepe’de görevli, Türkiye Diyanet Vakfı’nın Aksaray’daki 29 Mayıs Özel Hastanesi yönetim kurulu başkanı olan Prof. Arif Özdemir’le görüşüp bana yapılması gereken morfin için hastaneden bir ambulans gönderilmesini sağlamıştı. Ve yarım saat içinde gelen ambulans gecenin birinde beni hastaneye ulaştırdı. Hazırlanan özel odada da tedavim derhal başladı. Beş gün süren bu mükemmel tedavi için, başta aziz kardeşim Prof.Özden Özdemir olmak üzere, Prof. Arif Özdemir Beyefendiye, hastane başhekimi Dr.İlhan Eğilmez ve Dahiliye uzmanı Dr.Celalettin Peru’nun yanı sıra, bizzat ziyeretime gelen Aksiyon yöneticisi kardeşlerime de sonsuz teşekkürlerimi arzederim. Dostlar, kulun en güç zamanlarında Allahın gönderdiği şifa melekleri. Gönderene de, gelene de binlerce şükran… (5 Şubat 2000)
Henüz yorum yapılmamış.