Fuzuli ve Bir Vali
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Geçtiğimiz yaz eski bir dostumuzun misafiri olarak, Ege illerimizin birinde bulunduk. İlin valisi ev sahibimizin ahbabıymış. Birlikte ziyaretine gittik, gitmişken de –dostum bana vali beyin Türk musikisini sevdiğini söylediği için- evimizdeki müzik akşamına kendisini davet ettik. Herhalde benim hatam, vali beyin ne tür bir Türk musikisi sevdiğini önceden sormamam, sohbet arasında da merhum Selahaddin Pınar’ı Kalamış’taki Todori’nin meyhanesinde çok dinlemiş olduğunu anlatmasının fazla üzerinde durmamam olmuştu. Vali bey misafir kaldığımız evi teşrif ettiklerinde, bize göre hayli genç olan kıymetli müzisyenlerle birlikte, Nişaburek makamında yeni bestelediğimiz faslın meşkine başlamış bulunuyorduk. Fasıl için seçtiğimiz güfteler Fuzuli, Bâki, Nâili gibi klâsik şairlerle Ankaralı pek muazzez dostum Mehmet Turan Yarar’ın şiirlerinden oluşuyordu. Faslı tamamladığımız anda vali beyden hepimizi donduran bir yorum geldi: “Biz Türkler, genleri bozuk olan bir milletiz, kim kuvvetliyse oraya yöneliriz. Dün Arapça konuşuyormuşuz, bugün İngilizce konuşuyoruz, değişen bir şey yok. Siz bile bugün kalkıp Fuzili’nin Arapça şiirlerini bestelemişsiniz..” “Aah aptal kafam!” diye içimden döğündüm , ama iş işten geçmişti. Vali bey de, ben de o evde misafirdik. Üstelik o hancı ben yolcuydum. Ev sahibi dostumun kendisi ile yakınlığı bile bile, “Hayır efendim, o öyle değil!” diye sonunun nereye varacağı belli olmayan bir tartışmaya girip geceyi herkese zehir edemezdim. Ayrıca, karşımdaki zat –benden genç de olsa- Türkiye devletini temsil ediyordu. Bir vali olarak Arapça ile klasik Türkçe arasındaki okyanuslar kadar farkı bilmemesi, Fuzuli’nin hangi yüzyılda yaşadığını düşünmemesi, Türk tarihinin en büyük şairi olarak, değil Arapça söylemek, üstelik Azeri şivesiyle konuşup yazdığını görememesi beni öyle şaşırtmıştı ki, sustum ve vali beyin konferansı bitene kadar, meclistekileri hayretler içinde bırakan (esasen tab’ıma da tamamen aykırı olan) bir şekilde ‘he, yok’ demeden dinledim.. Hiçbir sözüne katılmadığımı belli eden bir sukutla.
“Aa, ben alaturkayı çok severim” diyenlerin, hangi tür Türk musikisinden söz ettiklerini bilmek, bu tür hayal kırıklıklarına uğramamak için çok önemlidir. “Ben Batı müziğine bayılırım” deyip, Tarkan hayranı çıkan birisiyle, “Ben Türk müziğini çok severim” deyip Kibariye hayranı çıkan birisi arsında fark yoktur. İkisi de ayık kafayla pek dinlenmez. Klasik bestekarlarımızın eserlerinin meyhanelerde icra edilmemesi bundandır; sadece ayık değil, biraz da klasik kültürümüzle haşruneşr olmuş olmak gerekir. 20.yüzyılın en büyük Türk bestekarı Sadeddin Kaynak, Türk halkının gönlüne işte bu yüzden –Selahaddin Pınar, Dramalı Hasan, Suat Sayın ve devamları olan bugünkü arabeskçiler gibi- rakı şişesiyle birlikte girmemiştir. “Nereden sevdim o zalim kadını”, “Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek”, “Sormadın halimi hiç, kalbimin esrarı nedir” vb. rahmetli Baki Süha Edipoğlu’nun deyimiyle “bir müteverrim melalini terennüm eden” -şarkılar rakıya en güzel meze olmak mazhariyetine sahiptirler. Ama Wagner, Brahms, Schönberg ve Ferid Alnar gibi Meragi, Itri, İsmail Dede ve Sadeddin Kaynak’la da içki içilmez ( “Yine bahar oldu çoştu yüreğim”, “İncecikten bir kar yağar”, “Akşam yine gölgen” vdl. , rakıya ne katabilir ki?).
Sayın valim, lütfen elinizi beyninize koyunuz! “Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge” /Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı” sözlerinin neresi Arapça? Bu sözleri Arap da anlamaz, Acem de; çünkü bunlar Türkçe, hem de özbeöz Türkçedir. “Ateş-i dil”, “bad-ı saba” gibi Farsça sözleri ise Arabın biraz Farsça bilen kültürlüsü anlar (ama sadece bu kadarını anlar, gerisini çözemez). Siz ne yazık ki bir kültür tahribi siteminin kurbanısınız. Bilgisizliğinizin yaşınızla da, görevinizle de hiç ilgisi yok. (1 Nisan 2000)
Henüz yorum yapılmamış.