Hüsamettin Yılmaz Dosta
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Gazete ve dergilerin köşe yazarları, adlarına gönderilen veya adlarının geçtiği okuyucu mektuplarını cevaplamak istedikleri zaman, ‘Filan yerden yazan falan okuyucumuzun ilgisine teşekkür ederiz’le başlayıp bir-iki cümle içinde toparladıkları cevapçıklar yazarlar ve bunu, belki biraz mektup yazan okuyucuyu tatmin edip gazete veya dergiye daha fazla bağlamak, ama herhalde daha fazla, bir tek okuyucu için bütün bir köşe harcamama gibi hem meşru, hem de zaruri olan bir gerekçeyle yaparlar. Ama derginizin 188. Sayısında yayımlanan, Sakarya’dan yazan Hüsamettin Yılmaz beyin mektubu cevapsız bırakılabilecek veya kısa bir ‘ilgi ve tavsiyelerinize teşekkür’le geçiştirilebilecek olanlardan değil. Zira bu mektubun; benim köşemi lutfedip okuyan (beğendiklerini bildirmek nezaketini de esirgemeyen), ama köşenin başlığı ile ele alınan konular arasındaki irtibatsızlıktan rahatsız olan bütün okuyucuların duygularına tercüman olmuş bir havası var.
Herşeyden önce, yaşları benden genç, ama yazarlıkları benden çok daha kıdemli, kültür hayatımızın gurur kaynakları Beşir Ayvazoğlu ve Ahmet Turan Alkan gibi iki mümtaz ismin yanında fakirin adının da, AKSİYON’un zevkle okunan yazarları arasında zikredilmiş olması, benim için çok büyük bir payedir. Ama yine benim yazdıklarımla ilgili olarak Hüsamettin beyin buyurduğu ‘köşeye daha uygun bir başlık bulunması’ temennisi , ilk cümledeki iltifatları kadar önemli. Hz. Mevlana’nın pek ünlü bir sözüdür: “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”. Yılmaz dost –ifadelerin en zarifiyle- demek istiyor ki: ‘Cinuçen bey, köşenizin başlığı ‘Biraz da Müzik’se, bize sadece (veya ağırlıkla) müzik yazıları yazın; yok, herhangibir sebeple bunu tercih etmiyorsanız, başlığınızı genişletin, siz de, biz de rahat edelim.’ Bilmem doğru anlamış mıyım, Hüsamettin Bey?
Bundan 3 yıl önce, derginizdeki ‘Müzik Defteri’ni zevkle okuduğunuz Yalçın Çetinkaya kardeşimizin nazik teklifi ve AKSİYON’un büyük teveccühü üzerine yazmaya başladığım köşenin adını ‘Biraz da Müzik’ koyarken, içinde biraz müzik de olan eğitim ve kültür konularını ele alabileceğimi düşünmüştüm. Hasbelkader müzisyen olarak tanındığım için de ismimin bağlanabileceği daha uygun bir başlık bulamamıştım. Niye mi ‘biraz müzik’?… Atalarımız çeşitli türde zevk ve alışkanlıklarımızın ideal dengesini sadece dört kelimeyle formüllemişler:’Azı karar, çoğu zarar.’ İşte bu kadar. Ne güzel değil mi?… Müzik öyle bir konu ki, ne ucu vaaar, ne bucağı. Bir Dede Efendi veya Beethoven bile olsanız, bu okyanustan bir ömür içinde alabileceğiniz su, sadece bir fincan kahve kadardır. Bu bir. İkincisi, Türkiye –çok iyi bildiğiniz gibi- son 150-200 yıldır korkunç bir kimlik kaybı hastalığına yakalanmış durumda. Son moda yelekli takım elbisesi, kravatı-papyonu, şapkası-eldiveni olan, ama YÜZÜ olmadığı için tanınamayan bir insan gibiyiz. Ancak ve sadece gelişmiş medeniyetlerin elinde (Asya Türkleriyle Osmanlıda olduğu gibi) bugünkü şartlarda ve 70 yıldır verilen bu yanlış eğitimle, en okumuşundan en garibanına kadar, eğlence veya sızlanma mezesi olmaktan öte bir fonksiyonu olabilir miydi?… Topkapı’da bilmem kaçıncı defa bağrı delinen asfalt yollar, çöp heyelanında yok olan yuvalar, yolsuz-okulsuz köyler, doğru beslenme bilgisinden yoksun hasta milyonlar, bir başörtüsü yüzünden okuma hakları engellenen çocuklar, ve daha birçok …lar …lar ve …lar ….lar, bir açıdan bu ülkenin müziği değil midir? Sahipsiz-ümitsiz, acı acı feryad eden bir müzik!… (TRT’cilerin cehalet ve acizden koydukları isimle ‘arabesk’ denen müzik, başka hangi sebeple bu ülkenin müziği haline gelmiş olabilir ki?…)
Size çok samimi olarak söyleyeyim, müzik gibi gerçekten at izinin it izine karıştığı bir ihtisas alanında, acaba ‘biraz’dan çok fazla müzik yazısı mı yazıyorum diye düşündüğüm dahi olmuştur. Mamafih dileğiniz AKSİYON yöneticilerinin duygularına da tercüman oluyorsa, yani onlar da sizinkine paralel görüşte iseler (ki şu ana kadar kendilerinden bu konuda en ufak bir telmih dahi almış değilim), köşenin başlığı pekala değiştirilebilir. Son söz tabiî ki yönetimindir. Bana bu açıklama imkanını veren samimi, zarif ve yüreklendirici satırlarınızdan dolayı , size teşekkürlerimle derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Hüsamettin Bey. (19 Eylül 1998)
Henüz yorum yapılmamış.