İngiliz’in Mevlevi Ayini
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
1988 Nisanında bir gün, Yıldız Sarayı silahhanesi asma katındaki mutad meşkimize hazırlandığımız sırada, uzun boyu, uzun saç ve sakallı, yabancı olduğu anlaşılan 45 yaşlarında bir zat bana yaklaşıp, adının Alan Prosser olduğunu, ney üflediğini, o anda yanındaki küçük kızıyla birlikte İngiltere’den geldiklerini, üç çocuğunu da müzisyen olarak yetiştirdiğini, ud meraklısı olan kızının -bir kasetimi dinledikten sonra- benimle tanışmayı çok istediğini , bunun üzerine çalıştığım yeri öğrenip buraya geldiklerini söylemişti. Ben o zaman, Kültür Bakanlığı İstanbul Türk Müziği Topluluğunu kuran tanburi Necdet Yaşar’ın arzusu üzerine, öğrenim görevlisi olduğum Selçuk Üniversitesi’nin izniyle bu yeni toplulukta da çalışıyor, neyzen Arif Erdebil ve Ömer Erdoğdular, udi Münir N.Beken, kanuni İhsan Özer vd. genç sanatkarlarla 15 günde bir saz eserleri meşkediyorduk. Merhum Mevlevi postnişini Resuhi Baykara’nın İngiliz müridlerinden olan Alan Prosser’ın o seyahate getiremediği büyük kızı Tansy de ney üflüyor, ortanca çocuğu Andrew tanbur çalıyor, küçük kız Mary ise kudüm vuruyormuş. Küçük Mary, benim 1986’da Faransız Radyosunca yayımlanan konser kasetimi dinledikten sonra, uda ciddi şekilde merak sarmış ve Londra’da buldukları bir udu babasına aldırıp kendi kendine çalışmaya başlamış. Yıldız Sarayındaki meşkimiz bittikten sonra birlikte eve geldik. Konya ziyareti dönüşünde İstanbul’da kaldıkları birkaç günü ud ve Mevlevi musikisiyle dolu olarak geçirdik. O zaman ortaokulda olan Mary, liseden sonra Londra Üniversitesinde biyoloji eğitimine başladı; udu da bırakmadı.
Geçtiğimiz 20 Ocakta Fransa’nın Lille şehrinde, Üniversitenin daveti üzerine bir konferansım, ayrıca ud ve ses resitalim vardı. Londra’da oturan Bağdadlı sanat tarihçisi dostum Nebil Saffet, Londra Türk Radyosu ile merkezi Londra’da olan Ortadoğu TV’de (Middle-Eastern Broadcasting Center) birer sohbet-konser vermemi arzu edince, 13 yaşından beri tanıdığım ud öğrencim Mary Prosser’ı da bu vesileyle görebilirim diye düşündüm. Telefonda heyecandan titreyen sesiyle, kulaklarına inanamadığını söyleyen Mary’cik, misafirleri olduğum Nebil Bey’lerle birlikte beni her hafta yaptıkları Mevlevi ayinine davet etti. Saffet ailesi henüz bir Mevlevi mukabelesi görmemişti. Londra’nın kuzeyindeki Sutton-Surrey’e bir saatlik tren yolculuğu ile gittik. Prosser’lar bizi İngilizlerde nadir görülen bir heyecanla karşıladı, hepsiyle kucaklaştık. Mary artık 20 yaşında; koyu mavi gözlü, uzun sarı saçlı pek güzel bir genç kız olmuş. Tanburi-semazen ağabeyi Andrew 23, neyzen-semazen ablası Tansy 25 yaşında. Anneleri Anne Prosser ise halile (küçük zil) vuruyor. Evleri, bizim evlerimizde artık görülmeyen nefis hat levhalarıyla dolu. Her hafta yaptıkları Mevlevi ayini için, Sutton Ortaokulunda kendilerine büyükçe bir sınıf tahsis edilmiş. Öğle lokmasından sonra, 15 dakika mesafedeki okula, yüzlerimizi yakan soğuğa aldırmadan yürüyerek gittik. İkinci katta bir sınıfa girdik. Döşeme –sema için şart olan- cilalı ahşap parke. Yer ince beyaz bantla, sema yapılacak dairevi alan işaretlenmiş. Kıble tarafındaki duvarda “Ya Hazret-i Mevlana Celaleddin-i Rumi, kaddesallahu sırrahu” yazan, evden getirilmiş levha. Herşey gerçek bir semahane gibi (yani spor salonu filan değil). Alan Prosser hem naathan, hem semazenbaşı. Kendisiyle birlikte iki çocuğu, Andrew ile Tansy de başlarında sikkeleri, bembeyaz tennureleri içinde sema edecekler. Mary iki dizi üstünde hem kudümzen, hem ayinhan (yani ayini okuyacak); anne halile vuruyor ve her ikisi de önlerindeki sehpadaki notayı takip ediyorlar. Alan, Hz.Mevlana’yı temsil eden kırmızı şeyh postunu kıble yönünde yere bıraktıktan sonra, iki kişilik mıtrıb heyetinin yanına gelerek (tabii ayakta), Mevlana’nın Farsça olarak yazdığı Peygamber övgüsü naati, Itri’nin Rast makamındaki ünlü bestesiyle okudu; hem de bizimkilerin yaptığı gibi dörtte üçünü atlayarak değil, baştan sona eksiksiz olarak. Sonra gitti, semazenbaşı olarak postun sol tarafındaki yerini aldı. Ve bu üç semazen, iki kişilik mıtrıbın eşliğinde, büyük mutasavvıf Ahmed Avni Konuk’un Ruy-i Irak makamındaki ayin-i şerifinin tamamını büyük bir vekar ve huşu içinde icra ettiler. Mıtrıba yardımcı olan kasette, baş taksimi neyle Alan, son taksim yine neyle kızı Tansy tarafından yapılmış, güfteli kısımlar bütün aile tarafından okunmuştu. Ayin bitti, son dualar yapıldı, gülbanklar çekildi; hırkalar sikkeler, neyler kudümler toplandı, salon yeniden sınıf şekline sokuldu ve geldiğimiz derin sessizlik içinde okuldan ayrıldık.
Şimdi tasavvur ediniz: Türkleri çok fazla sevdikleri pek söylenemeyecek olan İngilizlerin, Londra’nın banliyösündeki bir ortaokulunda her hafta Mevlevi ayini!.. Mesela Küçükçekmece Ortaokulunda her cumartesi Budist ayinine izin verilse! Ooooh, seyreyle sen gümbürtüyü! “Olay’a savcılıktan önce Saadetli, Matolu, Z.Takımlı polis hafiyelerimiz el (yani kamera) koyar, Meclis soruşturması açılır, profesörlerimiz saatlerce tartıştırılır, konu haftalarca “safi kalite” medyamızda ilk haber olur, eh herhalde okul müdürü de soluğu Çemişgezek’te alırdı. Üstelik Sutton-Surrey’deki bu ayinin girişi de serbestti; çünkü amaç, bizim Konya vd. yerlerde yaptığımız gibi, leblebi-çekirdek-fıstık-Pepsi’li panayır eğlencesi yapıp para kazanmak değil! Sema etmeyi babalarından öğrenmiş olan o çocukların, koca bir ayin boyunca hiç düşmeyen kollarındaki ahengi,abdestli ayaklarındaki disiplini, hele yüzlerin nuru ve teslimiyeti görünce, ister istemez “Ş harfinin altındaki kuyruk bile olamayacakken, kendilerini Konya, Paris, Los Angales vs. Mevlevihanesi şeyhi ilan eden palyoçaları düşündüm ve şair Nigar Hanım gibi “Feryad ki, diye söylenmeğe başladım, feryadıma imdad edecek yok!.. Efsus ki, gamdan beni azad edecek yok!…” (23 Mart 1996)
Henüz yorum yapılmamış.