İsme Özen
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Aziz okuyucularım, eğer parmaklarımda kalem tutacak kadar güç olursa, sizlere ABD’den göndermek arzusunda olduğum beş yazının ilki bu. Derginiz cumartesileri çıkıyor olsa da, ben bu yazının sizleri eğlendirecek bir pazar yazısı niteliğinde olmasını arzu ettim. Bakalım becerebilecek miyim? Biliyorsunuz, ben sadece amatör bir müzisyenim, profesyonel bir gazeteci değilim.
Böbrek, alın ve boyun ameliyatlarımın yapıldığı Washington’daki Georgetown Üniversitesi Hastanesinde, bu defa melanom kanserimin ikinci metastazı sebebiyle boynumun bir bölümünü daha almış olan Prof.Picken’in sekreteri Eva hanım, ameliyat öncesi sohbet sırasında, “Cinuçen Bey, bizim hastanede bir Türk doktor var, Prof. Sigte, mamografide; tanıyor musunuz? diye sordu. Hayır, dedim. Sigte soyadlı bir Türk doktoru olabileceğine ihtimal vermemekle beraber, belki bir Amerikalıyla evlenip soyadını değiştirmiştir diye düşünürken, Eva devam etti: “Adı Olcay galiba…” Bu defa gülmemi tutamayıp “Hay Allah müstehakını versin!” dedim içinden, Mamografi Bölümü Başkanı Prof. Olcay Çığtay’ı tabii tanıyordum; geçen gelişlerimde birkaç defa görüşmüştük. Ama Çığtay’ın Amerikan telaffuzunda Sigte şekline dönüşebileceği hiç aklıma gelmemişti!.
ABD’de herhangi bir sebeple bir sekretere ilk defa muhatab olmuşsanız, size ilk soracağı şey “Soyadınız efendim?” sorusudur. Önce soyadınızı söyler, sonra da teker teker harflerini sayarsınız (tabii İngilizce alfabesine göre). 72 milletten 250 milyon insanın yaşadığı bir ülkede, dünyanın bütün dillerinden isim ve soyadı bulunması ne kadar tabii ise, bunların doğru yazılışını herkesin bilmemesi de o kadar tabiidir. Siz soyadınızı Ti-ey-en-ar-ay-key-o-ar-yu-ar (Tanrıkorur) şeklinde söyleyip yazdırdıktan sonra, sıra ikinci soruya gelir: “Adınız nasıl efendim?” Bu sefer de Cinuçen’i Si-ay-en-yu-si-i-en şeklinde söyleyerek yazdırırsınız. Yazdığı kelimeyi “Sinyusen” şeklinde okumasına karşı yapacağınız hiçbir şey yoktur. Esasen, en çok bir-iki defa göreceğiniz bir sekreterin isminizi yanlış telaffuz etmesini fazla önemsemezsiniz de. Ama daha sık görüşeceğiniz kimselerin ve dostlarınızın adınızı doğru söylemelerini istiyorsanız, C’nin İngilizcedeki J (cey) gibi, Ç’nin de ch (si-eyç) olarak okunması gerektiğini öğretirsiniz. Beceremezlerse Jinuchen şeklinde yazar gösterirsiniz. Soyadı Çığtay olan bir kimse, ç ile ğ İngilizce alfabesinde olmadığı için, bunu CIGTAY diye yazdırır, ama Sigte telaffuz edilmesini istemiyorsanız, Chee-thai diye yazar ve öyle söyletir.
Yabancılar, isimlerin doğru telaffuzuna dilleri pek fazla dönmese bile, doğru yazılması konusunda –bizde maalesef olmayan- bir hassasiyet gösterirler. Adının baş harfinin Ç değil, C olduğunu sevgili basınımıza 50 yıldır öğretememiş, hastane laboratuar raporlarında hep Çimçen Tanrıkulu diye yazılagelmiş bir kişi olarak, yabancıların gönderdiği mektupların üzerinde, alfabelerinde Ç harfi olmayanların C’nin altına virgül bastıklarını, ı harfleri de olmadığı için Tanrikorur yazıp İ’nin noktasını beyazlatıcı ile sildiklerini görmek, beni her zaman derin derin düşündürmüştür. Zira, insanların ismini doğru yazma konusunda gösterilecek hassasiyet, bir toplumun medeniyet seviyesinin göstergelerinden biridir. İsmine saygı, insanın kendisine saygıdır ki hemen her şeyin büyük bir ciddiyetsizlik içinde yürüdüğü gerikalmış ülkelerde maalesef fazla büyük bir önem taşımaz.
1958’de ilk yurtdışına çıkışım münasebetiyle HÜRRİYET muhabirinin yazdığı CİNUÇAR TANRISEVER’den başlamak üzere (yalan da değil hani, cinler uçar, Tanrı da sever!), zavallı ismimin girmediği kılık kalmadı. En sık yapılan Çinuçen yanlışından sonra, Çinoçin, Çimoçin, Ciniçen, Timiçen, Cümüşen, Çomoçin vs. Ankara Radyosunda çalıştığım yıllarda, benimle tanışmaya gelen meraklıların, müracaat memuruna “ Çimbiçen beyle”, başka bir gün bir başkası “Çayiçen beyle” veya “Çeneçal beyle” görüşmek istediklerini söylemeleri, müracaat memuru Hüseyin beyi bankonun altına girip gülmekten bayılacak hale getirir, “Çimbiçen bey şu anda stüdyoda” deyip insanları gönderdikten sonra bütün güvenlik personeli uzun süre gözyaşlarını silerlerdi. Rahmetli babam, doğduğumda bana böyle bir isim koymak istediğini söyleseydi (ben de konuşabilseydim), “Babacığım, derdim herhalde, ne olur bana şöyle Ahmet, Mehmet gibi doğrudürüst bir Müslüman ismi koysan da, insanları sıkıntıya sokmasan ve her seferinde ırkımı isbat için soyadımı imdada çağırmak zorunda kalmasam!… (18 Nisan 1998)
Henüz yorum yapılmamış.