Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Kanada’dan Selam

10.09.2017
1.508
Kanada’dan Selam

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Uzun süredir yaşadığı Antalya’nın sıcağından çektiğini –Süleyman Efendi’nin nasırı gibi- hiçbirşeyden çekmemiş olan Üstad İsmail Baha Sürelsan’a Cenab-ı Hakdan sıhhat ve afiyet içinde çok uzun bir ömür niyaz ediyorum. Kendilerinden öğrendiğim pek çok şeyden biri şudur: İnsanları hemen uyutmak istiyorsanız, sıkıntılarınızı ve hastalıklarınızı anlatmaya başlayın. Uyuklamakta oldukları sırada gözleri bir anda faltaşı gibi açılsın istiyorsanız, filancanın karısıyla falancanın kocası hakkında kuvvetli bir dedikodu açın! Sizleri uyutmak niyetinde olmadığım için (okuyucularımın nazik ilgisine şükran borçlu olmama rağmen) sağlık durumumdan bahsetmek istemiyorum. Bunun yerine, sağır sultan belki bir gün duyar ümidiyle, biraz daha eğitim konuşmak istiyorum.

Bir ülkenin ekonomik refaha kavuşabilmesinin anahtarını, halkın ve gençliğin doğru eğitilmesinde görenlerdenim. Irkın-tarihin-coğrafyanın getirmiş olabileceği engel veya olumsuzluklar ancak böyle aşılabilir diye düşünürüm hep. Tabii bu da –bütün ciddi kararlar gibi- meyvesini uzun vadede verecek ve bıkmadan her an sulamayı (sulandırılmayı değil) ve beslemeyi gerektirecek bir konu. Politik yatırıma cazip gelmemesinin sebebi bu olsa gerek.

Kayınpederlerin Kanada’da, Toronto’nun Scarbough semtinde 24 katlı bir apartmanda oturduklarını, binanın salon ve odalarının da, içinde ilköğretim okulu ile 7 ayrı futbol sahası olan büyük bir yeşil alana baktığını, “Başörtülü Futbolcu” başlıklı yazıda söylemiştim. Yatak odamızdaki çalışma masam da bu alana bakıyor. Yeşilin hem huzur, hem ilham veren çekiciliği bir yana, spor alanlarındaki faaliyetler de kolayca baş çevirilebilecek türden değil. Tam karşımızdaki –birinin çevresi koşu pistli- üç futbol sahasının, bu yıl ortalarından ikiye bölünmüş olduğunu gördüm. Çimin üzerine yapılmış yeni düz ve yuvarlak izlerle, hem nizami, hem küçük ölçülerde, aynı anda kullanılabilecek üç yerine altı saha elde etmişler. Büyüklerin kale direkleri sabit, küçüklerinki fileler gibi gerektiğinde konuyor. Amaç mı? Hemen her yaş grubundaki çocuğa, sokakta –caddede- boş arsada değil, yeşil sahada futbol oynatıp spor terbiyesini mümkün olan en küçük yaştan itibaren vermek. 7-9, 10-12, 13-15 ve 16-17 yaş grubundaki kız ve erkek çocukların (kızlar kızlarla, erkekler erkeklerle tabii), rengarenk formaları içinde, orta ve yarı hakemlerin yönetiminde, başlangıç ve bitiş seremonileri ve tabii yedekleri ve sağlık ekipleriyle, göğüs stopu, topuk pası ve roveşata dahil bütün numaraları öğrenmiş olarak, yağışlı havalarda dahi her öğleden sonra (hafta sonları sabahtan itibaren) ciddi ciddi futbol maçı yaptıklarını görmek –sporla ilginiz olsun olmasın- heyecan veriyor. Özellikle Pazar günleri, kızgın güneş altında 90 dakika top koşturan çocuklarını şemsiye veya portatif çadırların gölgesinde seyredip gollerde sevinç çığlıkları atan aileler bir yanda, mısır-dondurma-sandviç tezgahı kurmuş tenteli satıcılar öbür yanda, kendinizi eski Kuşdili veya Küçüksu çayırlarındaki şamatalı haftasonu pikniklerinde zannediyorsunuz. Batı Asya, Ortadoğu ve Akdeniz insanlarınca hiç sevilmeyen –bu yüzden de alışılamayan- kural saygısı ile disiplinin nerelerden başlaması gerektiğini görüp “Biz niye…” diye başlıyorsunuz dertlenmeye.. Ve bu çevresi de yola kadar yeşil olan, üç Veliefendi büyüklüğündeki koca alan, her hafta başı dev çim biçme makineleriyle temizlenip güzelleştiriliyor.

Halkını sevmek, onun her türlü eğitim ihtiyacını düşünüp tedbir almak, bütçeden fon ayırmak, doğru kişileri iş başına getirmek ve işlerine karışmadan rahatça çalışmalarına imkan vermek demektir. Halkını sevmek, başhekim koltuğunda (ve diğer rahat koltuklarda) kahve sigara içip, aynasız-kağıtsız-kurutmasız, musluğu kırık, girilmez pislikteki hastane tuvaletlerini görmezden gelmek değil, pisuar ve tuvaletlere –hiç olmazsa- üzerinde “Lütfen kullandıktan sonra sifon düğmesine basınız” yazan, kromdan tertemiz levhalar koyabilmektir. “Ha-ha-haaa! Üç gün sonra bozarlar, kırarlar, çalıp götürürler!..” diye gerine gerine gülmenin bir tek şeye faydası vardır: halkın ve gençlerin hep o seviyede kalmasına!.. Öyle inanıyorum ki, hiçbir sıkıntısı olmaya sınıf dahil, herkes politikacıların –çocukların lego oynaması gibi- hükümetler kurup bozma oyununa biraz ara verip, bütün güçleriyle eğitime yüklenecekleri anı, dört değil, 140 milyon gözle bekliyordur. Aranıza dönmenin sabırsızlığı içinde, arz-ı hürmet… (9 Ağustos 1997)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.