Kanaat ve Ölüm
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Beni 10 yaşımda, ilkokulu bitirir bitirmez İtalyan Lisesine göndermiş olan babam nur içinde yatsın. O mektebe o seviyede hocalar göndermiş olan İtalyan maarifi de sağolsun. Ya, en üstün beyinli Türk çocuklarını çekip alıp hristiyan yaparak Amerika’ya postalayan Pil-kent gibi yuvalara düşseydim, halim ne olurdu?.. İtalyan Lisesinde 8 yıl boyunca İtalyanca ve Latince hocam olmuş olan merhum Dr. Giuseppe Garino, bir gün demişti ki; “Bak Cinuçen, çocuklara her şeyden önce, Allah bilgisinden dahi önce öğretilmesi gereken iki şey vardır: biri kanaat, öbürü ölüm. Sadece kanaati öğrenmiş ve ölümü tanımış olan insanlar doğru ve mutlu yaşarlar.” Nitekim Resul-ü Ekrem de “El-kana’atu kenzun layüfna” (Kanaat tükenmez bir hazinedir) hadis-i şerifleriyle, daha çok doğu kültürüne mahsus olan bu yaşama düsturunu 1400 yıl önce işaret buyurmuşlardı. Yıllar sonra Yıldız Sarayında, İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Merkezi’nin kütüphanesinde tanımak bahtiyarlığına nail olduğum, son Osmanlıların –merhum Cemil Meriç gibi- en Batılısı ve Hintlisi Nuri H. Arlasez beyefendiden, “Hikmet kitabını tersinden okuyan bugünkü insanlar, ölümü bir kenara itip hayatı mühimsiyorlar; düşünün bir kere, şu mübarek ölüm olmasaydı, hayatın çekilir tarafı kalır mıydı?” sözlerini duyunca, İtalyan hocam gözlerimin önünde canlanıverdi. Ölümü bir mübarek ihsan, tadılması şart olan bir üçüncü (sonsuz) buud olarak gören Nuri bey 85 yaşında, 1.75 boyunda ve sadece 65 kilo. Bu yaşında durmadan çalışıyor ve öğretiyor. Kültür yangınından kurtarıp toplayabildiklerini (trilyonlar değerinde levhalar, kitaplar, yazmalar) Topkapı ve Süleymaniye’ye bağışladığı için de hiç, ama hiçbirşeyi yok (dostları ve değerini bilen ziyaretçileri dışında). İşte bir mücessem kanaat yani İtalyan hocamın sözündeki, çocuklarımıza ilk öğretmemiz gereken şey. Batılıca bir felsefeye hiç benzemiyor, değil mi?…
Teknoloji geliştikçe (“teknomani” demek daha mı doğru olurdu acaba?) zaman hızını arttırıyor.Saatler daha hızlı dönüyor, gün 24 saate sığmıyor. İnsanlarda bitmez bir telaş, bir koşuşturma, bir itiş-kakış. Sokakta size çarpan adam, farkında değil ki özür dilesin (hoş, özür dilemeye milli gururu da manidir ya!).Kazara bir arabalık boşluk bıraktığınız anda, yanınızdaki şeritten önünüze atlayan adam, en sağdaki emniyet şeridinden yolda 50 arabalık konvoyu sollayıp en baştakini sıkıştırmaya çalışan iki ayaklı… İnsan?.. Hastaneye gitmek üzere sabah altı buçukta kalkan doktor, muayenehanesinden evine gece on-on buçukta dönüyor. Yemek-duş-yatak. Ve bu program haftanın 6 günü aynı hızda koşuyor. Eşi çalışıyorsa, o da aşağı-yukarı öyle. Peki, ya çocuklar? Onlar önce Allaha, sonra bakıcıya, en çok da rezil TV’ye emanet. Nereye koşuyor bu insanlar?… Enflasyonla boğuşabilmek için hep daha fazla kazanmaya. Kazanmaya, çocukları Amerika’ya göndermeye ve hep daha fazla harcamaya. Sonuç: tüketim, tüketim, tüketim.”İstihlak” ın karşılığı ne de güzel oturmuş: tüketin, tüketin, tüketin, olanınızı da, olmayanınızı da, hiçbirşeyiniz kalmamacasına tüketin! Tüketinki biz size verelim, hiçbir zaman ödemeyi hayal bile edemeyeceğiniz boç!…
1953’de Türkiye’ye gelen Hollandalı maliye bakanı Lifting, zamanın başbakanına “Paranız sürekli değer kaybediyor, bu durumu düzeltmenin tek çaresi yatırımları bir süre durdurmaktır. Çürük para ile yatırım olmaz, önce paranızı güçlendirin, yatırımlara ondan sonra başlayın; aksi halde bir daha çıkamayacağınız bir enflasyon ağına düşersiniz” ikazında bulunmuş, başbakanı fevkalade kızdıran bu sözler “Yatırımları durduramam, sonra Rusya’ya dönerim” cevabıyla reddedilmişti. Ülkesine dönen Lifting, aynı tavsiyeleri kendi başbakanına da yapmış, çok düşük olan Hollanda florinini bu sayede yükselttirmiş, yatırımlara ondan sonra başlanmıştı. İtalyan Lisesindeki hocamla işte bu Hollandalı iktisatçı örneğinde görüldüğü gibi, Batılıların içinde, meslek ahlakı saygısı ile bize doğru şeyler söyleyenler –nadir de olsa- çıkmıştır. Bunlardan biri de 1932’de, Türk musikisi konusunda tavsiyeleri alınmak üzere davet edilen, Viyana Müzik Akademisi müdürü Joseph Marx’tı. İstanbul Belediye Encümenine verdiği raporda Prof.Marx şöyle diyordu: “Sadece çıplak melodi açısından kıyaslandığında, Itri’nin bulduğu müzik cümleleri, çağdaşı Bach’ın bulduğu müzik cümlelerinden çok daha üstündür. Sırf bize benzemek için Türk musikisini çokseslendirmeye çalışmak, musikinize yapacağınız en büyük kötülük olur.” Ama yine görüldüğü gibi, doğru şeyleri söylemek başka, dinletebilmek başkadır. (10 Şubat 1996)
Henüz yorum yapılmamış.