Memduh Cumhur
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Edebiyat dergilerinde şiirlerine arada bir raslansa bile, bunları kitap halinde toplamaya, basında ismini duyurmaya fazla meraklı olmayan şairleri, özellikle profesyonel şair ve yazarlar, genellikle ‘amatör’ diye küçümsemek itiyadındadırlar. Fransızcadan aldığımız (Latince asıllı) amatör kelimesinin dilimizde iki anlamı vardır: 1)Acemi, mübtedi, bir işi iddiasızca yapan; 2)Bir işi para kazanma amacıyla değil, sırf gönül verdiği için yapan. İki anlamın ne kadar farklı olduğu ortada. İkinci anlamda öyle amatörler vardır ki nice profesyonele değişmezsiniz. Şiir –tıpkı hatt gibi- para kazanmak için yapılacak şey değildir. Belki uzun bir süre sonra biraz şöhret gelirse de, servet getirmez; çünkü, birkaç istisna dışında, servetin girdiği kapıdan genellikle itibar çıkar gider (sanattan bahsediyorum). Bir zamanlar pek ünlü olan Ümit Yaşar Oğuzcan, bir mülakatta kendisine sorulan ‘Şu ana kadar kaç şiir yazdınız sayın Oğuzcan?’ sorusunu, hiç unutmuyorum. ‘ Sattığım şiirlerimin sayısı ikibini buldu’ diye cevaplamıştı. Sanata bakış meselesi!… 1947 İstanbul doğumlu, Eczacı Memduh Cumhur, az önce ‘nice profesyonele değişmem’ dediğim, ikinci anlamı ila amatörlerden bir gerçek şair. Aynı zamanda eski bir TRT ses sanatkarı ve bu kurumdan yakasını benden çok daha önce kurtarmayı becermiş bir arif kişi. İşte bir şiiri (Bestenigar Mersiye olarak bestelediğim ‘Neyzenbaşı Akagündüz Kutbay’ın Ruhuna Gazel’):
Dağıtır bad-ı saba serde heva perdesini
Çektirir hükm-i ecel derde deva perdesini
Ne tecelli bu, ilahi, Aka’nın son nefesi
Kıldı nayinde karar, seçti neva perdesini
‘Bişnev ez-ney’ ebedi davet-i Mevlana’dır
Dinleyenden giderir nakş-ı siva perdesini
Cümle neyzenlerin ervahı gelip saf olarak
Açtılar seng-i musallada güva perdesini
Hüzn-i cumhuru, ilahi, nice tarif edeyim
Etti feryadı karar Tiz Neva perdesini
Aruzun Remel bahrinden Fe (Fa) 3 formülüyle kısalttığımız kalıpla yazılmış olan bu şiirin dili genç okuyucularımıza biraz ağır gelmiş olabilir. Hatta, ‘Günümüzde artık bu dille şiir mi yazılır, yazılsa bile kim anlar ?’ diye düşünecekler dahi bulunabilir. Ancak, unutulmamalıdır ki sanatta eski, yeni, post-modern gibi nitelemeler daha çok form’la, yani kabukla ilgilidir, eserin estetiğiyle değil, ‘ Ey benim güzel kuşum / Anladım ki dün akşam, artık unutulmuşum’ gibi basit kafiyelerle kolay anlaşılır şiirlerin yazıldığı günlerde Yahya Kemal, Tanburi Cemil’in ruhuna ‘Bezm-i Cemşid’de devran ki kadehlerle döner’ gazelini, Ahmet Haşim ünlü ‘Piyale’sini yazıyordu. İkinci husus; Cumhur’un bu şiiri klasik gazel formunda bir mersiyedir ve bir neyzenin vefat haberi üzerine yazılmıştır. Neyzenbaşı Akagündüz Kutbay (1934-1979), emekli olduktan sonra çaldığı İstanbul Radyosunda bir solo programına (Özdal Orhon) eşinin ‘Aka gitme, yine asabını bozarlar’ diye karşı çıkmasına rağmen, malum olmuşçasına ‘Yok, yok, bu son, bir daha gitmeyeceğim’ diyerek gitmiş, daha program başlamadan neyinden bir Neva perdesi (akord kontrolü için orta re notası) üfledikten hemen sonra ruhunu teslim etmişti (mekanı cennet olsun). Şiirdeki ‘… Aka’nın son nefesi / Kıldı nayinde karar, seçti Neva perdesini’ sözleri, bir ömrü sona erdiren bu elim sahneyi anlatıyor (Neva kelimesi hem nota adı olarak, hem de sözlükteki ‘yakınma’ anlamıyla kullanılmış). Üçüncü husus: vefat eden kişi bir neyzen, yani bir klasik Türk musikisi sazının sanatkarı. Türk musikisi ise nota değil, perde musikisi (bu konuyu bir başka yazıda açarım inşallah). Şimdi soru: Sazının perdeleri üzerinde olağanüstü hakimiyet kurmuş bir Türk musikisi sanatkarına ithafen yazılacak bir gazel için, ‘perdesini’ den daha isabetli bir redif bulunabilir miydi?… Bizim ‘bişnev’ okuduğumuz, Acemlerin ‘bişnov’ dediği ‘Dinle!’ kelimesi, Hz.Mevlana’nın ebedi davetidir ki bu daveti duyabilen insanı her türlü dünya hevesinden arındırır’ diyor Cumhur. Ve şiir, musallada saf tutmaya gelmiş eski büyük neyzenlerin ruhlarından gelen ‘Evet, biz şahidiz!’ onayı ve cemaatin (=cumhur, yine hem kendi anlamı, hem de taç beytinde şairin adı olarak çift amaçlı kullanılmış) göklere yükselen tarifsiz feryadı (Tiz Neva =en ince re notası) ile son buluyor. Eğer bu amatörlükse, amatörlüğün böylesine binlerce can feda olsun.
Yerim, su gibi akan bir aruzla rubaiden hicve kadar hemen bütün klasik formlarda yazmış olan Memduh Cumhur’dan sizlere bir tek şiir daha vermeye yetiyor. Yahya Kemal’in hamasi coşkun sesine çok yakın bulduğum (ve Mahur’dan bestelemeye çalıştığım) ‘Malazgirt’in ilk ışıkları’ kendisini açıklamazsız olarak da anlatacaktır.
Bir şafak vakti ordular coşarak
Çıktılar Orta Asya’dan sefere
Yüce dağlardan atlayıp koşarak
Dolu-dizgin ulaştılar zafere
Bir vatan bahşeden o kutlu zafer
Bizi sevkeylemişti çok seneler
Nice uçsuz bucaksız ülkelere
Elde tuğlarla toplanıp yer yer
Altın oklarla, nurlu yaylarla
Ta ezelden hazırlanan erler.
Gittiler haftalarla, aylarla
Bir seher vakti türkü dinlemeden
Kızılırmak’ta hiç serinlemeden
Yedi kat arşa dek alaylarla
O kılıçlar ki girmemiş kınına
Kaç asır ihtişamlı haliyle
Bayrak olmuş şehitlerin kanına
Gökler akseyleyip hilaliyle
Kaldırıp şaha şimşek atlarını
O sabah açtılar kanatlarını
Zümrüt İstanbul’un hayaliyle
Zaferin gördük ihtişamında
Biz Malazgirt’in ilk ışıklarını
Her zafer bir vatan meramında
O zaferler ki beklemez yarını
Bir vatan bahşeden zaferle hürüz
Vatan ufkunda haşre dek görürüz
Biz Malazgirt’in ilk ışıklarını
(17 Ekim 1998)
Henüz yorum yapılmamış.