Meş’um Karar 71 Yaşında-I
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Çocuklar sınıfın camını kırarlar. Bir “Kim kırdı?” telaşıdır başlar. Oysa öğretmen çok rahattır, çünkü tecrübesiyle bilir ki camı “Örtmenim, valla-billa ben kırmadım!” diye ilk parmağını kaldıran çocuk kırmıştır. Bizim sıkı Türk müziği düşmanı batıcılar da aynen böyledir: “Biz alaturkayı çok severiz derler, evimizde yalnızken (yani etrafta duyan-gören yokken) hep alaturka dinleriz. Eh, Mozart’la da rakı içilmez ki.. Ama dışarı çıkınca ‘alaturka teksesli olduğu için geridir, batı müziği çoksesli olduğu için ileri ve çağdaştır; zaten Atatürk de… …’ filan demeye mecburuz, çünkü ekmeğimiz buna bağlı”. İşte bu iki yüzlülerin Tanzimatla başlayıp Eylül 1926’da resmileşen sahtekarlığı, Türk musikisini konservatuarda ve bakanlığa bağlı ilk ve ortaöğretim kurumlarında yasaklattırmış, Hasan Ali Yücel’in bakanlığı yıllarında gelişerek tam bir kültür kanseri halini almış ve bugünkü düzeltilmesi fevkalade güç duruma gelinmiştir.
1926 Mayısında Musa Süreyya ile Zeki Üngör (bozuk prozodili milli marşın bestecisi) Milli Eğitim Bakanına şu raporu veriyorlardı (bugünkü dile aktarıyorum): “Dünyanın her yerindeki bu tür kurumlara konservatuar dendiği halde, bambaşka bir zihniyetin hakim olduğu bir dönemde adıgeçen kuruma Darülelhan adı verilmişti (kendisi o kurumun müdürü değilmiş gibi!-C.T.). Bu kurumun bugünkü kültürümüz için gereksiz olan Türk musikisinden arındırılarak adının İstanbul Konservatuarına çevrilmesi, idari ve ilmi denetiminin de Bakanlığımızca yapılması en samimi dileğimizdir” (Kaynak: Maarif Vekaleti Mecmuası, no.7,s.68). Alçakça bir ihanet ve pis bir yağcılıktan başka şey olmayan bu rapordan dört ay sonra 6.9.1926’da İcra Vekilleri Heyetince kabul edilen yönetmenliğin 10.maddesinde yer alan “milli musikinin fenni esaslara göre geliştirilmesi için çare ve tedbirler düşünmek” üzere (yine bugünkü dille verdim) Musa Süreya, Cemal Reşit Rey ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu Sanayi-i Nefise Encümenine seçiliyor ve milli musikiyi çağdaşlaştıracak (!) en acil tedbir olarak, Konservatuardan ve okullardan atılmasına karar veriyorlardı!
Topluma dayatılmak istenen uygulamalara geçebilmek ve bunları tarafsız –bilimsel (!) kuralların kararına istinad ettirmek için hedefe uygun kurallar oluşturmak, bütün totaliter rejimlerin özelliğidir. 1926 Ekimi de, o meş’um kararı en acı dille reddeden müzik bilgini Rauf Yekta Bey başta olmak üzere besteci Bimen Şen ve edebiyatçı-neyzen H.Süha Gezgin’in Vakit, Akşam ve Yeni Ses gazetelerindeki yazıları ve Baltacıoğlu ile Halil B.Yönetken’in papağan cevaplarıyla doludur. Şimdi bir ülkenin milli müziğinin geleceği konusunda böyle hayati önemde bir kararı almakla görevlendirilen kişilerin niteliğine kısaca göz atalım:
Musa Süreyya, en azından 10 Kasımlarda Atatürk’ün en çok sevdiği şarkılar adı altında yayımlanan programlarda yer alan ‘Cana rakibi handan edersin’ güfteli Uşşak şarkının bestekarı Griftzen Asım Bey’in sözümona oğlu ve o “çağdaş kültürler için gereksiz” diye nitelediği Türk musikisinde ‘Sen sanki baharın gülüsün şen çiçeğimsin’ gibi tanınmış besteler yapmış, ama beceremediği için Manasyan Efendiye armonize ettirdiği Tahirbuselik Peşrevini benim aranjmanım diye takdim etmesi bir yana, Osmanlı hükümetince gönderildiği Almanya’daki müzik eğitiminden dönünce müdürü olduğu Darülelhan’dan (Nağmeler Sarayı adlı ilk resmi konservatuarımız) kendi musikisinin atılması için rapor vermekten utanmamış rejim yağcısı bir iki yüzlü (tabii siz bu yüz kızartıcı raporla ilgili bilgiyi Öztuna’nın gaflar ansiklopedisinde bulamazsınız). (12 Temmuz 1997)
Henüz yorum yapılmamış.