Musikimizde Usul 2
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Musikimizde ses sistemi (perdelerin düzeni) ve makamlardan sonra en önemli konu olan usûllerimiz üzerine geçen yazıda başlattığımız sohbete devam ediyoruz. Geçen ilk yazıyı, makamı dizi zannetmek gibi, usûlü ölçü zannetmek de aynı şekilde derin bir bilgisizliğin işaretidir, diyerek bitirmiştik. Y.Öztuna‘nın Türk Musikisi Ansiklopedisinde görülen bu ve benzeri hataların kaynağı, üzülerek belirtelim ki, esas mesleği hukukçuluk olan, bunun yanı sıra amatör olarak bir ömür boyu müzikoloji ile de uğraşmış bulunan Hüseyin Sadettin Arel‘dir. (1880-1955). Meselelere serin kanlı tarafsızlık ve mantık açısından bakmak yerine, dostluk veya hissiyatın etkisinde peşin hükümle bakan bazı kimselerin muhtemel mugalata ve demogojisine karşı hemen belirtelim ki, biz Arel‘in “hatalarını görüp söylemekten çekinmeyen bir hayranı’yız. Bu sözümüz, onun hatalarını gören bizden başka insanların da bulunduğunu, ama bunların hemen tamamının bazı sebeplerle gördüklerini söyleyememe durumunda oldukları ifade içindir. Yani, diğer nazari konularda olduğu gibi usûl konusunda da kabahat çocukta değil, hocasındadır. Bunu birazdan açıklayacağız. Hayranlığımızın sebebine gelince: Tanzimat-Meşrutiyyet arisokrasisinin batı hayranlığı psikozu içinde, kendi öz musikisini fakir ve ilkel bulduğunu söylemesine (kendi ifadesiyle, “Evet, musikimiz hal-i hazırıyla derece-i nihayede fakirdir, hatta biraz da iptidaidir”.. “Musikimizin ne geçmişteki, ne şimdiki tezahürlerini Türk ruhunun ihtiyaçları için asla kafi bulmam”), batının musikisini ise çok daha fazla sevdiğini itiraf etmesine rağmen (yine kendi ifadesiyle, kendisini kasdederek “Esasen ruhunun en mübrem ihtiyaçlarını ancak garb musikisinin şehkarlarıyle tatmin edebilen bir adamın..”); “alaturka”nın yerine Türk musikisi sözünü yerleştirmek için, musikimizin -batıcı yobazların iddia ettiği gibi -Arap, Acem,Yunan ve Bizanstan alınma olmayıp Türkün öz malı olduğunu isbat etmek için, nazariyatını sabit esasları bağlamak, eksiksiz nota koleksiyonunu yapmak ve daha bir çok hizmet için ömrünü vakfetmiş, örnek alınacak güzellikte ki dilini, kelemini ve büyük ikna kabiliyetini bu amaca hasretmiş bir zattır Arel. En kısa ifadeyle, hatalarının görülebilmesi dahi öğrettikleri sayesindedir.
“Ben Türk musikisinin mazideki tecelliyatına değil (yani adeta kötü yola düşmüş bir kadının başına gelmiş olabileceklere değil, C.T), istikbaldeki çoksesli hayaline meftunum” diyen Arel‘in:
1) ses sisteminde bir tür tamperaman’a (batı benzeri aralık eşitlemeye) başvurmuş,
2) makam tariflerinde hayati önemdeki seyir’den kaçıp ağırlığı yanlış olarak dizi’ye vermiş,
3) ölçüyü sık sık usul yerine veya -aynı şeylermiş gibi- veya ile bağlayarak kullanmış,
4) halk müziğini klasik müziğin ilkel şekli olarak görmüş ve en önemlisi,
5) armoni, kontrpuan, fug, çalgılama ve orkestralama gibi batı müziği tekniklerini öğrenmeden Türk musikisi eseri bestelenemeyeceğini söylemiş olması (“Musikimizin şimdiye kadar armoniye malik olmayışı, onun en büyük fakrini (fakirliğini) teşkil etmektedir”, kendi ifadesi), özetle Türk musikisine batılıların bile takmadığı bir batı gözlüğüyle bakması, acaba, Türk aydınında ciddi bir beyin travmasına yol açmış olan batı diktesi Tanzimat Hiroşima‘sı yüzünden midir?.. Aziz ruhunu taciz etmemek için bu soruyu cevaplamak istemiyorum. Ancak musikimizin vazgeçilemeyecek üç özelliğini anlatırken, üçüncü sırada “Salisen, ölçülerimizin zenginlikleri” ifadesi kullanmış olması, eğer maksatlı değilse, gerçekten ağır bir hata olarak görmemek mümkün değildir. Zira ölçülerde zenginlik olmaz; usullerde olur. Türk musikisini, batı musikisinden farklı yapan (zenginlik demesek bile) o musikide bulunmayan makamlarımızla usullerimizdir. Yoksa ölçü dünyanın her müziğinde vardır. Batı müziğinde de 6 sekizlik, 9 sekizlik ölçüler vardır, ama bunlar bizim Yürüksemai Aksak usul’lerimiz değildir. Nitekim Fransız müzikoloğu Eugene Borrel, usullerimizden bahsederken , ölçü anlamındaki ‘mesure‘ kelimesini rahatça kullanabilecek olduğu halde, gerçek bir bilim adamı titizliğiyle “les oussouls turcs” terimimizi aynen bırakmış, bazen de usul’ü kendi dilindeki yaklaşık deyimle “cycle rythmique” (ritm devresi) olarak çevirmiştir. (7 Şubat 1998)
Henüz yorum yapılmamış.