Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Musikimizde Usul 3

10.09.2017
1.971
Musikimizde Usul 3

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Aynen makam konusunda olduğu gibi, batı müziğinde nasıl sadece (ana şeması ya majör, ya minör olan) dizi’ler var, ama makam kavramı yoksa; batı müziğinin iki ve üç zamanlı (veya bunların katı olan) ölçü’lerine karşılık, Türk musikisinde ikiden 120 zamanlıya kadar giden yetmişin üstünde değişik usul (yani kalıp-ölçü) vardır. Kültür Bakanlığı yayını Türk Musikisi Ansiklopedisi maalesef bu konuyu da çorba etmiş, tarihçi yazarının ölçü ile usul arasındaki farkı hiç anlamadığını ortaya koymuştur (bkz. C.I, s.240; C.II, s.176 ve461). Sabit kalıplı usul kavramı gibi, 5-7-9-11-13-15 vs. tek zamanlı ‘aksak‘(ikiye bölünemeyen dolayısıyla yürürken topallatan) ölçüler de batılıların yüzyıllarca meçhulü olarak kalmıştır. Bu yüzden klasik kalıpları aşan özgür müzik anlayışına yakın olan cazcılar, Türk musikisinin çok çeşitli Aksakusulleri karşısında büyük bir hayranlık içinde kalır ve hemen öğrenip uygulama merakından kendilerini alamazlar. Ünlü zenci cazcı Dizzy Gillespie, mesela, İstanbul’a geldiğinde merhum neyzen Akagündüz Kutbay‘la; ünlü gitarcı John McLaughlin Roma’da tanıştığımızda bizimle; ünlü davulcu Jack Dejohnette genç ritm sanatçımız Fahrettin Yarkın‘la birlikte, bizim usullerimizle taksim (doğaçlama) yapmaktan büyük zevk aldıklarını ifade etmişlerdir.

Müzik meraklısı okuyucularımıza yerimiz ölçüsünde biraz da teknik bilgi verelim. Türk musikisinde usuller ‘vurulur’. Bundan kasıt, usulün kuvvetli, yarım kuvvetli ve zayıf zamanlarının (birimlerinin), ya sağ ve sol elden farklı tonlar elde edilen ritm aletlerine (kös, davul, nakkare, kudüm, bendir, mazhar, daire, def, darbuka, kaşık) veya -meşk sırasında- eller dizlere vurularak elde edilmesidir ki, batı müziğiyle temel farklardan birini meydana getirir. Orkestra şefinin eli (baget denen küçük değneği) havada sessiz ritm verirken, bizim toplu icralarımızda topluluğun şefi, ritm (eserin ‘gider‘ denen hızını) elindeki ritm aletine vurarak, yani ritmi duyarak verir. Kısaca, sağ el (davulda tokmak), düm denen kuvvetli vuruşları, sol el (davulda çubuk) tek denen zayıf vuruşları icra eder. Türk musikisini bilmeyen ve anlamayan (anlasalar da işlerine gelmeyen) yobaz batıcılarla bir kısım sözümona aydınlar, musikimizle ‘düm-tek musikisi‘ diye alay etmek seviyesizliğini gösterirler (TRT dahi yıllar önce cahil bir prodüktörüne, ‘Dümteka-Dümtek‘ diye bir eğlence programı yaptırmaktan utanmamıştı: amaç herhalde, sonradan görmeler gibi, tanımadığı geçmişiyle alay etmek!).

Makam gibi usul konusu da klasik ve halk musikimizde aynı özelliklere sahiptir. Şu farkla ki, nazariyatlarını yeni yeni sistemleştirmeye başlayan folklörcularımız (Muzaffer Sarısözen‘den bu yana), müzikle ilgisi olmayan sosyo-politik sebeplerle (kısaca, Ziya Gökalp‘in Cumhuriyetten sonra sergilediği Osmanlı düşmanlığı tuzağına düşerek), halk musikimizi klasikten ayrı bir kökten geliyormuş gibi gösterme hevesi içinde, Sofyan yerine ‘4 vuruşlu’, Aksak yerine ‘9 vuruşlu’, Curcuna yerine ‘Karma onlu’gibi çok genel terimler kullanmayı, vuruş sayıları veya zaman’ları aynı olmakla beraber, yapıları tamamen farklı olan değişik usulleri, batılıların kolayına gelen tarza özenerek +’larla birleştirilmiş rakamlarla göstermeyi tercih etmişlerdir. Oysa, Aksak veya Curcuna usulündeki bir şarkıyı daire çalan klasikçi nasıl vuruyorsa, aynı usullerdeki bir türkü veya oyun havasını darbuka çalan halk sanatçısı da aynı vurur.

Sonuçta bir köşe yazısı olan şu sınırlı sohbette, çok zengin olan usullerimizin tasnif ve tatbikatına girme imkanımız yok. Ancak şu kadarını belirtelim ki, makamlarımızın temeli, nasıl, ‘seyir’lerle o makama mahsus ‘perde’lerin iyi bilinmesine dayanıyorsa, bütün Türk musikisinin temeli de 2’den 15 zamanlıya kadar ki ‘küçük’, 20’den 120 zamanlıya kadar ki, ‘büyük’ usullerimizin iyi bilinmesine ve eserler öğrenilirken ellerle, icra edilirken de ritm aletleriyle vurulmasına dayanır. Ritm aleti kullanılmadan (yani eserlerin usulleriyle hızları belirtilmeden) yapılan icralar da tabiatiyle bir tür müzik icrasıdır; ama bu tür icraların Türk musikisinden sayılması biraz gülünç olur (orkestra şefi ritm aletlerini sevmiyor veya ölçüleri iyi bilmiyor diye, senfoni orkestrasından davulu, timpaniyi, zili ve çelik üçgeni kaldırınca ortaya çıkacak mayhoş uydu müziği gibi)… Öğrenci okuyucularımızın ikinci yarıyılının, ‘lisan-ı ilahi‘ olan musiki gibi nurlu ve feyizli geçmesini diliyorum. (21 Şubat 1998)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.