Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Papyonlu Folklor

10.09.2017
2.073
Papyonlu Folklor

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Yıllar önce Paris’te neyzen Akagündüz Kutbay’la (1934-1979) bir stüdyo kaydına gidiyorduk. O her zamanki gibi rahat, bense her zamanki gibi kravatlıydım (ilkokuldan itibaren bütün tahsil hayatımın kravatlı geçmiş olması beni bir tür kravat bağımlısı haline getirmişti). Bana dönüp de “Sen müzisyen misin, banka müdürü mü?” diye takılması gözümün önünden hiç gitmiyor. Spor veya ‘rahat’denen penye gömlek, tişört, sıfır yaka veya balıkçı kazağı gibi kıyafetlere alışmak yıllarımı almıştır. Rahmetli Aka’cığım haklıydı; her iş, gerektirdiği uygun kıyafetle yapılmalıydı. Mayoyla denize girilir, ama meclise girilmezdi. Banka genel müdürü kıyafetiyle arabanın altına yatıp tamir yapılmaz, smokinle tenis oynanmazdı.

Bazı okuyucularımızın bildiği gibi 30 yıla yakın süredir Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde ud ve ses resitalleri vermekteyim. Klasik Türk Musikisi icra eden bir sanatçının sahneye nasıl bir kıyafetle çıkması gerektiği, aklımı ta başındanberi kurcalamıştı. Müzisyenler arasında ‘penguen kıyafeti’ denen –batı orkestralarından aldığımız- siyah smokin (veya elbise), beyaz gömlek, siyah papyonla Itri-Meragi-Sadullah Ağa’nın eserlerini icra etmek bana komik geliyordu. Bizse toplumumuza 170 yıldır dayatılan batılılaşma tutkusu yüzünden bu komikliği görmüyoruz. Papyonlu-smokinli insanların –kilise korolarındaki gibi ellerinde notaları- Dede’nin, Şakir Ağa’Nın eserlerini okuması, kendisini Karayan veya Toscanini zanneden fraklı, beyaz eldivenli, bagetli bir adamın da onları ‘drije’etmesi bizi hiç mi rahatsız etmiyor. Ne yani diye düşünüyoruz şuuraltından belki de, Devlet Korosu konserine pijama veya entariyle mi çıkalım? Hem, papyon takmadan başka türlü nasıl batılı olabiliriz ki?!…

Ama batılı meseleye böyle bakmıyor ne yazık.. Oralarda kişilik, asliyyet, milli kimlik kesinlikle vazgeçilemeyecek mukaddesler arasında. Nitekim Hintlisinden İspanyoluna, Japonundan Afrikalısına dünyanın bütün milletleri, kendi milli müziklerini icra ederken kendi kıyafetlerini giyerler. Zira konser sahnesinde sanatçıyı önce görür, sonra duyarız (sahne arkasından çala-söyleye gelmiyorsa tabii!), çünkü gözler kulakların önünde yaratılmıştır ve gözlerle alınan ilk intiba çok önemlidir. İşte bu düşünceyle kendime, klasik ve tasavvuf ağırlıklı müzik icra eden bir Türk sanatçısına yakışacak –eski kıyafetlerimizden stilize- bir kıyafet yaptım, özellikle yurtdışı konserlerimde yıllardır hep onu giyerim. Ama bizim, her şeyleriyle klasikçilere özenen folklorcularımız, smokin-papyon ve bale tualetleri içinde türkü, uzunhava, zeybek, horon icra etme hastalığından kurtulamamışlardır. Ve tabi yine el-kol sallayan bir “chef d’orchestre”in önünde!…

Tanbur üstadı Necdet Yaşar’ı Amerika’ya ilk davet eden etnomüzikolog Prof.Robert Garfias, İstanbul’u ziyareti sırasında, Yaşar tarafından o zaman görevli olduğu Devlet Klasik Türk Müziği Korosunun bir Pazar konserine götürülmüş. Çıkışta adamcağızın sözleri şöyleymiş (Yaşar’dan naklen): “ Yahu Necdet, sen benim ne kötülüğümü gördün Allahaşkına? Bu konsere beni kalp sektesinden gideyim diye mi getirdin?!.. “ Görüyorsunuz değil mi, efendim nerde, ben nerde?

Kendimiz olmaktan niye bu kadar utandığımızı biz belki anlarız ama, batılı kesinlikle anlayamıyor. Hele o şefli halk müziği koroları yok mu?… Tam “sak üstünde damdağan, kaz beline vurmayı”!. Anadolu’nun neresinde halkımızın böyle smokinli-tualetli kadın-erkek korolarıyla, şefli müzik icra ettiğini bir gösterseler folklorcularımız da gidip ellerini öpsem!.. Hele folklor, sahtesine ve taklidine asla tahammül edilemeyecek olan büyük bir halk sanatıdır. (23 Ağustos 1997)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.