Rahmi Bey Eserleri
Recâi-zâde Mahmud Ekrem Bey’in oğlu Ercümend Ekrem Talû, Rahmi Bey’i şöyle anlatıyor:
“…Kısacık boyu,toparlak vücudu ile,önü daima ilikli redingotunun içinde Rahmi Bey,cuma günleri İstinye’deki yalıya gelir, Servet-i Fünûn mektebini kuran Edebiyat-ı Cedîde erkânının toplantılarında hazır bulunurdu. Fakat ne lüzumsuz konuşmalara, ne vezin ve kafiye münakaşalarına, ne de şiir veya nesir tenkitlerine karışmazdı.Son derece terbiyeli,müeddeb tavırlarıyla,oradakilerin nazarı dikkatini kendi üzerine mümkün mertebe çekmemek isteyen mutedil bir tevazu ile bir kenarda oturur, lakırdıya hemen hemen hiç karışmadan söylenenleri dinlerdi. İlk zamanlar bu terbiyeli hali,meclise devam edenlerin üzerinde soğuk bir tesir yapmış, ev sahibine (Bu bigâne adam da kim oluyor ? Aramıza ne diye katılıyor ?) sualini terbiye ve nezakete muhalif buldukları için sormamışlar, fakat halleriyle bu meraklarını belirtmişlerdi. Üstad Ekrem,günün birinde davayı zerafetle hallediverdi…”
“Durgun ve sıcak bir yaz günüydü.Deniz pencerelerin önünde erimiş ve kaymak bağlamış kızgın bir maden kömürü gibi ürpermeden uzanıyordu.Sabahtan başlayan edebiyat sohbeti,yemekten sonra usanç verir gibi olmuş,Tevfik Fikret’in şakaları, nükteleri,hicivleri bile yorgun ve durgun zihinlere şevklerini iadeye yetmemişti. Üstad bu esnada bir köşedeki sandalyenin kenarına ilişmiş, tonbul ellerini dizlerinin üzerine kavuşturmuş, efendi efendi oturan Rahmi Bey’e dönerek,
“-Rahmi Beyefendi,yeni bir şeyler yok mu ? diye sordu,”
“Kendisine hep birden yönelen meraklı bakışlara ehemmiyet bile vermeyerek,”
“-Var efendim ! dedi; efendimizin bir şarkısını bestelemek cüretinde bulundum, affımı dilerim. Zira pek muvaffak olduğumu zannetmiyorum.”
“-Lûtf eder misiniz ?”
“Rahmi Bey kalktı, sessizce sofaya kadar çıktı ve biraz sonra elinde ince, uzun, al atlastan kesemsi bir şeyle geri geldi, yerine oturdu…Şimdi, geniş salonun açık pencerelerinden boğazın karşı kıyısına doğru nısfiyenin yanık feryadı, Nihavend’den bir taksimin can okşayan nağmeleri yayıldı. Taksim bitti…Kalın, kısıkça fakat müessir bir ses,sözleri babamın olan,
“Süzüp süzüp de ey melek /O çeşm-i nim hâbını”
şarkısını okumağa başladı.Üstad Ekrem de dahil olduğu halde, bütün oradakilerin bakışlarında, hattâ besteyi,güfteden üstün bulan bir hayranlık okunuyordu. Rahmi Bey sustu. Kendisini tebrik ettiler; o hiç gururlanmadı. Nazarlarını yere eğmiş,kendi sanatının sarhoşluğu içinde imiş gibi duruyordu.
Vaki olan ricalar üzerine asla nazlanmadan çaldı,okudu…Meclisi mestetti ve o günden sonra Rahmi Bey Edebiyat-ı Cedîde’nin müzik rüknü oldu..”
**************************
Bilindiği gibi Rahmi Bey’in yaşadığı yıllarda batıdan gelen sanat esintilerinin şiddeti biraz daha artmıştı. Her mûsıkîşinas gibi Rahmi Bey de bu etkiden büsbütün uzak kalamamış, bu espriyi taşıyan birkaç eser bestelemiştir. Yukarıda da değindiğimiz gibi sözleri Recâi-zâde Ekrem Beye ait olan “Süzüp süzüp de ey melek” güfteli Nihavend şarkısı ile sözleri kendinin olan “Ey mutrib-i zevk âşina” güfteli Kürdilihicazkâr şarkısı sayılabilir. Bu son şarkının ilginç bir hikâyesi var:
“…Rahmi Bey kadro dışında bulunduğu yıllarda, mûsıkîşinas dostlarının birinin düğününe davet edilmişti. Elbetteki böyle bir davete eli boş gidilemezdi; bir hediye almak gerekiyordu. Fakat görevinden uzaklaştırılmıştı. Böyle bir hediyeyi kolay kolay temin etmek pek de mümkün değildi. Bu düşünce ile heyecanlanarak hemen şu güfteyi yazdı, besteledi. Dostlarına o ânın duygularını söz ve ses halinde armağan etmekle en değerli hediyeyi vermiş oldu:”
“Ey mutrib-i zevk âşina /Bir şarkı yaptım ben sana /Tarzı, usülü nev’edâ /Çal söyle, eğlen daima”
“Bazı şarkılarının başka olaylarla ilişkisi vardır. Tahir-Bûselik makamındaki şu şarkı,1908 Meşrutiyet inkılâbının uyandırdığı sevinç ve neşenin heyecanını taşır”
“Geçti o gamlı eyyam-ı sermâ /Oldu bahârın âsarı peydâ /Giymiş yeşiller kühsar ü sahrâ /Her yanda bülbüller nağme pirâ”
Tanburî Cemil Bey merhum 1910 yılının bir gününde bir kıraathânede oturmuş gazete okuyordu. Birden gözleri sevinçle parlamağa başladı. Çünkü, sütunlar arasında sanat yoldaşı bestekâr Rahmi Bey’in terfi ettirildiğini okumuştu. Hemen oracıkta bir tebrik mektubu yazarak pek candan sevdiği arkadaşına yollamıştı. Rahmi Bey de bu tebrik vesilesiyle Tanburî Cemil Bey’in yüce sanatı önünde bir kerre daha eğilmiş ve ona şu şarkıyı güfte ve beste olarak yazmış, ithaf eylemişti:
“Bir sihr-i tarab nağme-i sazındaki tesir /Hep yareli seslerle eder rûhumu teshir/Hicranzede sevdaları eyler bana tasvir /Hep yareli seslerle eder rûhumu teshir”
Bu şarkı,bu büyük sanatkârın dehası karşısında duyduğu takdir ve tebcil duygularının en mükemmel,en parlak bir ifadesidir.
Bestekâr, Şevki Bey’İn ölümü üzerine Recâi-zâde Mahmud Ekrem Bey’in söylediği “Gül hazin sünbül perişan bağı zarın ŞEVKİ yok “ redifli şiire Bayati makamında şarkı duygu, manâ ve beste uygunluğuna örnek gösterilebilecek bir şaheser bestelemiştir.
KAYNAK: Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi
Henüz yorum yapılmamış.