Şehzade Korkud (1467-1513)
XV.yüzyılda Osmanlı Sarayı’nda Türk güzel sanatlarını korumak ve gelişmesine yardımcı olmak, sanatkârları teşvik etmek ve ödüllendirmek bir gelenek halini almıştır. Padişahlardan sonra şehzadeler de bu ilgiye katılıyor, mûsiki sanatımızın inceliklerine eğiliyor, sayısız sanatkâr yetişiyordu. Şehzâde Korkud da bizzat mûsikişinastı ve çok sayıda sanatkârın yetişmesine yardımcı
olmuştur. Babası Sultan II.Beyazıd’ın şehzadeliği zamanında 1467 yılında Amasya Sarayı’nda doğdu. Annesi Nigâr Hatun’dur ve II.Beyazıd’ın sekiz oğlundan biridir. Çocukluğunda İstanbul’a getirilerek iyi bir öğrenim görmesi sağlanmış, dedesi Fatih Sultan Mehmed öğrenimi ile bizzat ilgilenmişti. Fatih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481 tarihinde ölümü üzerine İstanbul’da çıkan olaylara karıştırıldı; babasına vekâleten onbir yaşında Osmanlı tahtına oturtuldu; 21 Mayıs 1481’e kadar burada kaldıktan sonra tahtı babasına bırakarak Eski Saray’a geçti.
30 Aralık 1483 tarihinde Saruhan’a tayin edildi; 1502 yılına kadar bu görevde kaldı. Denizciliğe meraklı olduğundan Midilli’nin geri alınmasında aktif rol oynadı. Has’ları yüzünden Hadım Ali Paşa ile arası açılınca, ağabeyi şehzade Ahmed’in de etkisiyle, Teke’ye nakledildi. Bu sıralarda Şehzade Ahmed ile Şehzade Selim (Yavuz Sultan Selim) arasında taht kavgası başlamak üzereydi. Bunu hisseden Şehzâde Korkud yeniden Saruhan’a dönmek istedi ise de bu isteği yerine getirilmedi. Bunlara çok üzelerek kendini bir süre mûsiki ve edebiyata verdi; sanatla ilgili çalışmalar yaptı. Babası ve sadrazam ile arası iyice açılmıştı. Bu duyguların etkisi altında amcası Cem Sultan’ı taklit ederek 1509 yılında seksen kölesi ile Mısır’a giderek Memlûk Sultanına sığındı. Sultan telkiniyle Antalya’ya geri döndü.
Taht kavgaları iyice kızıştığından, Sultan II.Beyazıd bir başka sorun yaratmamak için oğlunun isteklerini yerine getirmeyi uygun buldu ise de Hadım Ali Paşa onun gerin Saruha’a dönmesine izin vermedi. Bunun üzerine Korkud 1511 yılında kendiliğinden yola çıktı. Yolda saldırıya uğrayınca Manisa kalesine sığındı. Şehzâde Selim ve diğer devlet büyükleri ile ilişki kurdu. Çağrı üzerine İstanbul’a gelince Yeniçeri Odası ve Orta Cami’ye konuk oldu. Babası ile görüşmesine rağmen daha önce kendisini davet eden Yeniçeri yetkilileri tahta geçmesini uygun görmedi. Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’a gelişinden bir gün önce, 17 Nisan 1512 tarihinde bir başka kapıdan çıkartılarak Manisa’ya gönderildi. Bunda sonra sonu gelmeyen isteklerde bulunarak tahtı tehdit etti. Bitmez tükenmez isteklerinden bıkan padişah Manisa Sarayı’na baskın yaptırdı; ancak, Korkud daha önce bunu haber alarak kaçmıştı. Sıkı araştırmadan sonra Bergama yakınlarında bir mağarada sadık adamı Piyale ile yakalandı. 9 Mart 1513 tarihinde Eğrigöz’de kapıcıbaşı Sinan Bey tarafından yay kirişi ile boğduruldu. Cesedi Bursa’ya getirtilerek Orhan Gazi Türbesi’ne gömüldü. Piyale Bey ölünceye kadar türbedarlığını yapmıştır.
Bir devlet adamı olmaktan çok sanat adamı niteliği taşıdığı hakkında bütün tarihi kaynakların ortak kanısı vardır. Zevk ve eğlenceye çok düşkün olduğu söylenir; hattâ ruhen biraz hasta yaratılışlı olduğu ileri sürülür. Hızır Reis’in kardeşi Oruç Reis’le ilişki kurarak yardım ettiği, esir denizcilerin fidyesini ödeyerek onları kurtardığı bilinen gerçeklerdendir.
Sanatla yakından ilgilenen Şehzâde Korkud şiir ve edebiyatla uğraşmış. Arapça, Farsça öğrenmiş, eserlerinde “Ebû’l-Hayr Mehmed Kurt” adını kullanmıştır. Arapça yazılmış eserleri, bazı kitaplara koyduğu açıklamalar vardır. Şiirde mahlası “Harûni”dir; “Divan-ı Harûni” adında tertip edilmiş bir de divanı bulunuyor. Usta bir hanende, sazende ve bestekâr olan Korkud’un mûsikiyi kimlerden öğrendiğini bilmiyoruz. İstanbul’da bulunduğu ve öğrenim gördüğü yıllarda, dedesinin çevresinde bulunan sanatkârlardan öğrenmiş olması en yakın ihtimâldir. Bazı kaynaklarda mûsikiyi Zeynelabidin adında bir kimseden öğrendiği belirtilse de yanlıştır. Zeynelabidin, ağabeyi Şehzâde Ahmed’in emrinde çalışan İranlı bir sanatkârdır. Nitekim bu kişinin adını ve ününü işiten Korkud, kardeşine rica ederek onu sarayına davet ettiği, huzurunda mûsiki icrâ ettirdiği, Zeynelabidin’in –nasıl olsa kimse bilmez düşüncesiyle- basit eserleri çalıp söylediği ifade edilir. Yine söylentiye göre, bu mûsiki icrâsını beğenmeyen şehzâde, kendi mûsikişinasları ile bir fasıl tertip ederek Zeynelabidin’i hayran bırakmış.
Elimizde bulunan mûsiki eserleri şunlardır: Kürdi, evç, hâver, lâleruh makamlarında birer peşrev; lâleruh, mâye-i atik, nevâ ve uşşak makamlarında birer saz semâisi. Sözlü mûsiki eserinin olup olmadığı bilinmiyor. Mûsiki tarihimize adı geçen birkaç mûsikişinas onun yetiştirmesidir. Ruhfeza adını verdiği bir sazı icad ettiği yolundaki iddiâlar da yanlıştır. Bu sazın adı daha eski kaynaklarda geçer. Aynı saza “gıdû-yı ruh” da dendiğinden bu iddiâ belki buradan kaynaklanmıştır. Mûsiki eserlerinin dışında hac ve fetvaları ile ilgili başka eserleri de vardır.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Henüz yorum yapılmamış.