Sevgili Gençler V
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Milli benliğimizin en mukaddes damgası dilimiz ve dil kültürümüzdür. Geri kalmış ülkelerde, “Millet ekmek parası derdindeyken, kültür de ne ola ki?” diyenlerin sayısı nüfusun çoğunluğunu teşkil edebilir. Bu da halkın değil, o ülkeyi yönetenlerin ayıbıdır ya, şimdilik onu geçelim. Kültür konusunda Türkiye’nin anlaması gereken en önemli şey –hiç yanaşılmıyor olsa da- şudur: Dilini kaybeden her şeyini kaybeder! Mağaza adlarında, yeme-içme-giyinme adetlerinde ve gündelik konuşmalarda başlayan gönüllü yabancılaşma, önce fikri ve sosyal, sonra fiili, sonra da resmi sömürgeleşmeye gider, arkasından siyasi bağımsızlık da kaybedilir. Tarihte bunun örnekleri çoktur, ama kendi diline-tarihine-kültürüne-örf ve an’anelerine yabancılaşarak çağdaşlaşmış hiçbir toplum yoktur. Dil ve dilde milli benliğin korunması açısından STAR, SHOW, Eyçbiybiy vb. isim facialarını sırası gelince deşeceğiz. Ama daha önce kendi dilimize karşı ne korkunç bir şuursuzluk içinde yetiştirildiğimizin belgelerini koyalım ortaya.
Bugün, Türk halkı –okumuşu okumamışıyla- “tüm insanlar, tüm çabalarımız” diye konuşuyor. Oysa, ya “bütün insanla, bütün çabalarımız” denir, veya “insanların tümü, çabalarımızın tümü” denir. ‘Bütün’ kelimesi Türkçe mi değil, yoksa size kötü bir şey yaptı da atıp, yerine Farsçe ‘tümen’de bozma ‘tüm’ü koydunuz diye sormak gerekir arıdilcilere! Yanlış, okullarda ciddi bir dilbilgisi eğitimi verilmediği için, halkımızın isim’le sıfat arasındaki farkı bilmemesinden kaynaklanıyor. ‘Bütün’ sıfat, ‘tüm’ isimdir; bütün başa gelir (bütün paramı yatırdım), tüm sonra gelir (paramın tümünü yatırdım). Bu yüzden ‘tüm gün’ de denmez; ya ‘bütün gün’, veya ‘tam gün’ denir. Ama bunlar size okulda öğretilmedi, çünkü kapatılan Dil Kurumu’nun başlattığı arılaştırma oyunu kısa zamanda bir tür resmi politika haline geldi ve başta maalesef Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere bütün bakanlıkları ve medyayı sardı. Böylece sizin için kaçış yolları da, savunma kapıları da kapanmış oldu; ya ‘tüm, koşul, sözcük, tümce, neden, yaşam, bağlam, söylem, duyum, örneğin, saptanan’ diyecektiniz, veya Türkçe dersinden kalkacaktınız. Uydurma dille beyni yıkanmış hocalarınızla tartışabilir miydiniz? Karşınıza hep “Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti” demek mi daha kolay, “Genelkurmay Başkanlığı” mı; “müddeiumumi mi güzel, savcı mı?” diye çıkacaklar, ve siz onlara “Erkan-ı harbiye hem Türkçe değil, hem söylenmesi zor diyorsunuz ama, aynı tepkiyi ‘dokunmatik, talk show, showroom, rehabilitasyon, telekomünikasyon, gastroenterohepatoloji’ gibi kelimelere karşı göstermiyorsunuz; bunlar Türkçe mi ve söylenmeleri çok mu kolay? Sorusuna hiçbir zaman soramayacaktınız.
Dengesizlikler, iikesizlikler, kendi kültürüne karşı düşmanca tavırlar (‘mesele’yi Arapça diye atıp ‘sorun’ yaparken, aynı kelimenin Fransızcasını okulda çocuğa ‘problem’ diye çözdürmeler, güzelim ‘hesap’ dururken, Fransızca ‘aritmetik’i yerleştirmeler), bütün bunlar, eğitimsiz bırakıldığı için zaten tartışamayacak durumda olan halk tarafından tepki görmedi, Şuursuz basınla TRT’nin her gün yaza-söyleye şartlandırması de eklenince, artık düzeltilemeyecek şekilde, yerleşti gitti. Belki istenen de buydu. Halkın dili bozulsun, çocuklar doğru konuşamasın, gençler doğru yazamasın (noktadan sonra yeni cümleye küçük harfle devam eden, dahi anlamındaki de ve da’larla soru mı, mu’larını ayırmayı bilmeyen, inceltme işaretinden vazgeçtik, Türk’ü küçük harfle yazan üniversite öğrencilerimin kağıtlarını okurken gözlerim değil, yüreğim kör olurdu), insanlar –kelime dağarcıkları yanlış eğitimle fakirleştirilmiş olduğundan- düşüncelerini iyi anlatamasınlar (güzelim ‘pekiyi’nin yerini argo ‘tamam’la ‘oldu’ alsın) ve işte bugünkü dil anarşisi doğsun.
Toplumumuzun, başta dilini doğru öğrenip uydurmacılığa ve yabancılaşmaya karşı koyabilecek bir şuurla yetiştirilmesi olmak üzere, maddi-manevi huzur ve istikrarına zemin hazırlayacak ciddi tedbirlerin yeni yılda hiç olmazsa düşünülmeğe başlanması ümidi içinde, hepinize sıhhat, afiyet ve muvaffakiyetler niyaz ediyorum. (28 Aralık 1996)
Henüz yorum yapılmamış.