Sevgili Gençler VXII
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Uzun sayılabilecek bir süreden sonra, sizlerle yaptığım dil sohbetlerinin sonuncusuna geldik… Tv’nin (özellikle TRT konuşmanlarının) bozuk Türkçesi sadece sizlerin değil, okumuş yetişkinlerimizin dilini de bozuyor. Geçen gün sohbet için ekrana davet edilen bir iş adamımız, Türkmenistan’ın başkenti Aşkâbâd’ın adını, ‘aç kapat’ der gibi Aşkabat diye telaffuz etti. Farsça ‘mutlu, bayındır, müreffeh’ anlamındaki ‘âbâd’ sıfatı, ‘artıran’ anlamıyla bazı kelimelerin sonun eklenir (harâbâbâd=dünya) veya semt ismi oluşturur (Sâdâbâd, Mİhrâbâd vs.) . İslamâbâd örneğinde de açıkça görüldüğü gibi, sevgili TRT ‘speaker’ larımız, Eceabat der gibi Aşka-bat denmez (aşk çamur değildir ki içine batılsın!).AŞKÂBÂD denir, AŞKÂBÂD! “Feryadıma ol kamet-i şimşad yetişmez/ Benzer ki anın gûşuna feryâd yetişmez” diyor büyük Fuzuli; yani: Sevdiğim o kadar uzun boylu ki, ne kadar feryad edersem sesim kulağına ulaşamıyor olmalı!. Herhalde bizim sesimiz de TRT’cilerin kulağına bu yüzden ulaşamıyordur. Hoş, ulaşsa ne olur? Sesi duyan önce gönül, sonra beyindir; kulak değil ki!
Kültür ve milli şuur –herşeyin olduğu gibi- ekonominin de temelidir; yani kültür düzelmeden ekonomi düzelmez. Türkçenin Türkleşmesi, eğer sağlanabilirse, bu ülkenin her açıdan bağımsızlığının müjdesi olacaktır. Bunun için yapılabilecek şeyler bizce şunlardır: 1)Öğretmen okullarında eskisiyle-yenisiyle (divan edebiyatı ve aruzuyla) Türkçeyi iyi bilen öğretmenleri yetiştirmek, Türkçe öğretmenlerinin edebiyat ve klasik Türkçe bilgilerini hizmetiçi seminerlerle pekiştirmek, çok iyi eski yazı eğitimiyle birlikte çok kuvvetli Fransızca ve İngilizce bilgisi vermek; 2)İlkokuldan üniversiteye kadar Dilbilgisi ve Edebiyat derslerine ağırlık vererek fen derslerinin boyunduruğundan kurtarmak; 3)Sömürgeliğin tipik vasfı olan yabancı dilde resmi öğretimi derhal durdurmak, bunun yerine ort ve yüksek öğretimde –Türk hocalar yetişene kadar- yabancı hocalardan Fransızca ve İngilizceyi seçmeli değil zorunlu olarak çok ciddi şekilde öğretmek; 4)İlk adımda F.A. Tansel, N.S. Banarlı, C.Meriç, S.Ayverdi Türkçesinin , ikinci adımda Y.Kemal, M.Akif, A.Haşim Türkçesinin en küçük sınıflardan itibaren anlaşılmasını sağlayacak bütün tedbirleri almak (a- bol şiir ezberletmek, b-sözlük kullanmayı kaytarılamayacak bir âdet haline getirmek, c- klasik dilimizdeki kök birliği ve türem (iştikak) usullerini öğretmek –şekil, teşkil, teşekkül, müşekkil, müşekkel, müteşekkil örneğindeki gibi); 5)Türk aruzunda kullanılan vezinleri mutlaka ve çok iyi öğretmek, öğrencinin kelime dağarcığını zenginleştirip ifade ufkunu genişletmek, amacıyla öğretilen vezinlerde şiir yarışmaları düzenlemek; 6)Öğrencinin metin yazma ve te’lif (kompozisyon) kabiliyetini geliştirme amacıyla şiir, müzik, folklor, halk gelenekleri vb. dallarda tarihi ve milli konulu masal, makale, hikaye, roman ve tiyatro eseri yarışmaları düzenlemek; 7) İnsanımızın mümkün olan en az sayıda yabancı kelimeyle konuşup yazmasını sağlamak amacıyla, Batıdan giren kelimelerin Türkçe karşılıklarını bulmak için büyük ödüllü yarışmalar düzenlemek, sözlükler yayımlamak, okul kitapları ve resmi iletişim araçlarında bunları kullanarak halkın benimsemesini sağlamak ve en önemlisi, 8)Öğretmenin maaşını şu anda bazı kesimlere verilen en yüksek seviyeye çıkararak (+lojman, tazminat, mahrumiyet zammı vs.), mesleğin haysiyetini yükseltip gençleri özendirmek.
Bu tekliflerin tümüne veya bir kısmına itiraz edecek, beni artık öö’ dediğimiz ‘ülkeyi çağgerisine götürmeye çalışmak’ teranesiyle suçlayacak eğitimciler ve dilciler çıkabilir. Bu tabiidir. Ama bugün konuşulan ve yazılan Türkçeye tarafsızca bir göz gezdirdikten (Türk’ü küçük harfle yazan ve noktadan sonra tekrar küçük harfle devam eden üniversite öğrencilerinin her türlü estetikten mahrum, bozuk ifadeli kargacık burgacık yazılarını gördükten) sonra, hani ‘şapkayı önüne koyup serinkanlılıkla düşünmek’ diye bir deyim vardır ya, işte o yapılabilirse, söylediklerimin pek o kadar da kötü şeyler olmadığı anlaşılır. Ayrıca pek çok kişinin katılacağından şüphe etmediğim bu görüşler iktidarlarca da mantıklı bulunup benimsenirse, Türkiye hiç olmazsa dili açısından ikinci bir yüz yılı daha kaybetmekten kurtulabilir. Kişiliğini kaybeden bir toplumun acı belgeleri olan Dürümland, Şekerland, Köfte & Muhallebi gibi dükkan levhalarını belki artık görmez oluruz. Ulema gazeteciler TV’de ‘müslümanlar ve gayrımüslümler’ der gibi ‘müslümanlar ve laikler’ diye konuşmayı bırakırlar… Belki Türkiye, diliyle birlikte tarihine, milli kültürüne, inanç ve geleneklerine, siyasi-iktisadi meselelerine şuurla sahip çıkmayı öğrenir.. Kimbilir?..
Hepinizi sevgiyle kucaklıyor, bol feyizli çalışmalar diliyorum. (28 Haziran 1997)
Henüz yorum yapılmamış.