Sevgili Gençler XI
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Müzikli konulara dönebilmek için, Batıyı Anlamak dizisi gibi Sevgili Gençler’i de on yazıda bitirmek istiyordum. Dil konusunun önemi bu niyetime engel oldu. Sizlerle dil üzerine son bir-iki yazı kadar daha konuşacağız. Türkçenin çağa nasıl ayak uydurduğunu (yani nasıl geliştiğini) gösteren şöyle bir esprili örnekler verilirdi bizim gençliğimizde, okumuşların kendilerine mahsus konuşma tarzında: -Filvaki vukuat-ı şer’iyyeyi derakab şikest eylemekte faide mülahaza olunmakla.. (yüzyıl başlarında yaşlılar); -On seneyi mütecaviz bir zamandanberi namütenahi mutazarrır oldum hakim bey!… Teşrif-i kudûmunuzla hanemiz mesrur ve müftehir oldu beyefendiciğim (orta yaşlılar); -Yes monşer, sanatkar imajiner kansepsiyondan izole edilmemek icab eder, değil mi?. (40-50 yaş, yabancı mektepliler, ressam veya orkestracılar); -Görecelikle edimlenen kuramsal tutumlar görkemli olanaklarla saptanamaz.. (20-30 yaş, daha çok sol kanat). Şimdi soru: sizce bunların hangisi Türk halkının %90’ın anlayabileceği Türkçe?
Ama biz şimdi bunları çoktan geri de bıraktık. Bazılarınız belki hatırlar, bir zamanlar “Müdür beyin yeşil kürkü, yeni çıktı bu türkü” diye bir halk müziği parçası popüler olmuştu. Şimdi ise bir ‘dırak’tır gidiyor ekranlarda: İngilizce ‘ilaç ve uyuşturucu’ anlamındaki ‘drug’ın Türk ağzındaki şekli. “Bırak dırak’ı kardeşim, uyuşturucu’ na ne oldu?!” diye bağırıyorum ama duyulmuyor; programın telefon konuğu değilim ki!. Eskiden, Fransızca bağımlısıyken, morfinoman, kokainoman, toksikoman, narkotik derdik (sonuncusu hala Emniyette şube adı). Ama artık Amerikancıyız, bize ‘dırak’ yakışır. Aynen –yine son zamanların modası- ‘keş para’ örneğinde olduğu gibi. ‘Peşin para, nakit olarak, hemen ödeme’ anlamlarında eskiden ‘tık para, tirink para’ gibi halk deyimlerimiz vardı. Ama o zaman daha İngilizce ‘cash’i bilmiyorduk! Demek ki artık ‘keş’liyi yakıştırıyoruz kendimize (düşmanlar çatlasın, onların kelimelerini kullanıp bi çağdaşlaşalım da görsünler!)
Tahrik veya kışkırtmak varken provokasyon demek (‘miting provoke edildi’ diye konuşmak), hile veya gizli oyun varken manipülasyon demek, TV’deki sunucu kızın diline daha ‘şık’ geliyor; rekorun ‘egale’ edildiğini söylemek spor habercisinin; para fonu, dolar bazında, dolara endeksli diye konuşmak ekonomi uzmanının; gitgide veya gittikçe’yi unutup ‘giderek’ salgınına kapılmak da aydınımızın diline. Neden mi? Tıpkı bir zamanlar, ormanda sapanla kuş vurur gibi, ellerine tutuşturulan kalaşnikoflarla birbirlerini vuran kardeşlerimiz gibi, rüzgarın önünde bir oraya, bir buraya savrulan kuru yapraklara döndük de ondan! Büyük olarak sizlere tavsiyem, konuşur veya yazarken –kaçınılmaz olmadıkça- yabancı dilden kelimelere rağbet etmemeniz; hele o kelimelerin herkesin anlayacağı Türkçe karşılıkları varsa… Biliniz ki, konuşur veya yazarken yabanı kelimeler kullanmak bir tür hastalıktır; başımıza Tanzimat depreminden sonra musallat olan “yabancı dil bilir aydın” görünme hastalığı. Bu hastalığa tutulmuş olanların da %99’u yabancı dil bilmez, özentiyle böyle konuşurlar (%1’i de Galatasaray vd. yabancı okullarda okumuşlar için ayırdım).
Hastalık deyişimin sebebine gelince, konuşur veya yazarken kullandığı kelimelerin, muhatabı tarafından zor anlaşılır (hatta hiç anlaşılmaz) olması, bazılarına gizli bir gurur ve üstünlük duygusu verir. Sanki konuşmanın veya yazmanın amacı, mümkün olan en çok sayıda insan tarafından anlaşılmak değil de, sadece kendisi ve o kelimeleri bilen birkaç kişi tarafından anlaşılmaktır. Bizim sabırlı-hazimli-konuksever, ayrıca bir şeyi anlamamış olmaktan da –bilgisizliği ortaya çıkar diye korkan ve utanan halkımız (yüksek irfan sahibi bazı köy insanlarımız müstesna), “Beyim pek güzel söylüyorsunuz da, konuşmanızda geçen şu şu şu kelimeleri pek anlayamadım; lütfen bunların Türkçesini söyler misiniz” deme alışkanlığına sahip olmadığı için, hastalar kendilerini tatmin ederek şöhretlerini artırır dururlar. Yoksa hasta olmayan bir insan, başka hangi sebeple “uyuşturucu” varken ‘dırak’, “kanunsuz, kanundışı” varken ‘illegal’, “durum, vaziyet” varken ‘pozisyon’, “yıkanmak” varken ‘banyo almak’, “kışkırtma, tahrikçi, tahrik edildi” demek varken ‘provokasyon, provokatör, provoke edildi’ diye konuşur ki? (Dili de dönmez garibin, ‘provakasyon, provakatör’ der!). Bunun sebebi dil şuursuzluğu ise, şuursuzluk da bir hastalık, hem de çok tehlikeli bir hastalıktır. (5 Nisan 1997)
Henüz yorum yapılmamış.