Sevgili Gençler XV
Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır
Dilcilerimiz arasında Arapça ve Farsçanın yanı sıra Latince ve Yunanca eğitimi de alarak yetişmiş olanlar; Batılıların, ‘f’ sesiyle okudukları birçok kelimeyi (philology, philosophy, photograph, phonetic, physics, phosphorus vs.) neden ‘ph’ diftongu (tek ses çıkaran çift harf) ile yazdıklarını bilirler. ‘K’ sesiyle okudukları birçok kelimeyi neden : ‘ch’ ile (cronic, chromatic vs.), ‘t’ sesiyle okudukları –meselâ- kütüphane anlamındaki ‘bibliothek’i neden ‘th’ ile yazdıklarını da.. Bibliotek ‘th’ ile yazılır, çünkü Yunanca aslındaki ‘dolap’ anlamlı ‘theke’ kelimesi, Osmanlı alfabesinin , dil dişler arasına değdirilerek çıkarılan ‘peltek s’ siyle telaffuz edilen ‘theta’ harfiyle yazılırdı da ondan. Peki, bu ses Fransızca ve Almancada var mı? Hayır yok, ama kelimenin köküne saygı var! Philosophy (filoo’sofi diye telaffuz edildiği halde) neden ‘ph’ile yazılıyor? Aynı şekilde bunun da Yunanca aslındaki ‘sevgi, düşkünlük’ anlamlı ‘philos’ ile ‘hikmet’ anlamlı ‘sofiyya’ kelimeleri, âdetâ üflenerek söylenen p-h arası ‘fi’ harfiyle yazılırdı da ondan. Kronik ve kromatik diye okunan chronic ve choromatic kelimeleri neden ‘ch’ ile yazılır? Çünkü yine Yunanca asıllarındaki, zaman anlamlı kronos’la renk anlamlı kroma, Osmanlı alfabesindeki ‘hı’ ya biraz ‘k’ sesi karıştırılarak boğazdan çıkarılan bir sesle söylenen ‘khi’ harfiyle yazılırdı da ondan. Yunancada olup kendi dillerinde olmayan sesleri Romalılar, alfabelerinde ancak çift sessiz karışımıyla gösterebildikleri için, Batı dilleri Latinceden aldıkları bu yazış şekillerini aynen korumak hassasiyetini göstermişlerdir. Diaphragm’dan (diyafram) gynecology’ye (kadın fizyolojisi bilimi) kadar yüzlerce Yunan asıllı kelime, Yunancadan Latinceye akrarılmış olduğu imlâsıyla korunduğu için öyle yazılır.
Merak etmişsinizdir size bunları niye anlatıyorum diye… Bakın niye; adam kendi kültürünün köklerine bu kadar titizlik ve hassasiyet gösterirken (aslım kaybolmasın diye); dilinin Arap asıllı kelimelerindeki üç ayrı ‘h’ sesini bir tek H harfiyle (ki onu dahi şimdilerde ‘eyç’ diye okuyan), üç ayrı ‘s’ sesini bir tek S harfiyle, ze-zel-zı-dat gibi dört ayrı sesi bir tek Z harfiyle göstermekte mahzur görmeyen (yani kültürünün bilim temellerine önem vermeyen) 20.yüzyıl Türküne itibar göstermesi beklenebilir mi? Kendisinin ‘gece entarisi’ anlamındaki ‘robe de chambre’ını robdöşambr’ a çevirdiğimizi (yani okunuş şeklimize göre yazıp tanınma hale getirdiğimizi) görür de kahkahalarla gülerlerse, adama niye gülüyor diye kızabilir miyiz?
*****
Ömür bir kuş gibi uçupta gitmiş
Kanadı kırılıp düşüpte gitmiş,
Bir gün gülmüş ise bir gün ağlamış
Bu hayatta böyle geçipte gitmiş
Bu satırları (maalesef mısra diyemiyorum), beste işiyle uğraştığımı bilen amatörler tarafından yıllardanberi gönderilen kitaplardan birindeki bir şiirden aldım. Dört cümlede dört ağır Türkçe yanlışı –ve bu durum sadece bu şahsa mahsus değil, fena halde yaygın bir yanlış. ‘Orda bir köy var uzakta’ başka, “Bize uzak da bir, yakın da” demek başkadır. ‘Hanım evde, bey arabada’ demek başka, ‘Kıza ev de almış, araba da’ demek başkadır. ‘Denizde ve karada’ başka, ‘Deniz de güzel, kara da’ başkadır. ‘Geçmişte olanlar’ başka, ‘Geçmiş de karşıma gülüp duruyor’ başkadır. ‘Hayatta değil’ başka, ‘Hayat da geçer rüyâ gibi başkadır. Ağzımızdan uçupta, düşüpte, geçipte şeklinde çıksa bile ‘uçup da, düşüp de, geçip de’ şeklinde yazılır. Çünkü bu de-da’lar ismin –de hali değil, ‘dahi’ veya –erek, -arak (uçarak, düşerek) anlamındaki kelimelerdir.
Ey benim en kutlu mesleğin mensubu, beyin mimarı ilkokul öğretmenlerim! Neredesiniz?
Ey benim, dilin bayraktan çok daha önde gelen bir bağımsızlık alâmeti olduğunu hiçbir zaman anlayamamış olan milli eğitimcilerim! Ya siz neredesini? Halkınıza 70 yıldır öğrettiğiniz dil bu kadar perişansa, siz kimsiniz? Kimliğiniz nedir? Bu dille (daha doğrusu dilsizlikle) çocuğunuza-gencinize-insanınıza hangi milli eğitimi verebilirsiniz, hangi kimliği aşılamaya çalışabilirsiniz? Ne zaman uyanıp da dilinizi öğreteceksiniz? Etrafınızdakiler dil işini yüzlerce yıl önce halletmiş durmadan ilerlerken, siz hem onlara özeniyor, hem durmadan geriliyorsunuz. Bir gün bugünkü halinizi bile arayabilirsiniz. Ne olur, uyanın, uyanın, uyanın!… (31 Mayıs 1997)
Henüz yorum yapılmamış.