Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Şiraz Bakkaliye

10.09.2017
1.810
Şiraz Bakkaliye

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Amerika’da bir bakkala gidiyorsunuz, dışında ne Türk bayrağı, ne de Türkçe bir yazı var; ama dükkan sahipleri sizinle Türkçe konuşuyorlar. İngilizcesi ne kadar iyi olursa olsun, yabancılarla kendi dilinizi konuşmak başka türlü bir heyecan veriyor insana. Yabancı ülkeyi vatan tutup uzun süre kaldıktan sonra bu tür heyecanları artık duymayan insanları gördükçe içim burkulur hep. Hele, Türkiye’yi sadece haritada gördükleri halde genci-yaşlısı bizim gibi Türkçe konuşan azınlıkların karşısında, çocuklarına Türkçe öğretmeyen ve bunu “Aman, Türkçe öğrenip de ne yapacaklar, hiçbir yerde geçmiyor ki! Diye savunan Türk ailelerini görmek, insanı ziyadesiyle üzüyor. Neyse. Efendim, ayıptır söylemesi, fakirin pastırma düşkünlüğünü yakından tanıyanlarım bilirler. 20 yıldır Amerika’da oturan Sivaslı müzisyen-terzi dostum Sebuh Uslan’larda bir gün yufka, salça, bakliyat filan derken, laf pastırma-sucuğa intikal etti ve bize aradıklarımızın en iyisini SHIRAZ GROCERY’de bulabileceğimizi söyleyip yerini tarif ettiler (‘grocery’bakkaliye demek; hani şu Batılı olmak için önce ‘şarküteri’ye, onunla da yetinmeyip ‘süper market’e çevirdiğimiz!).

Washington D.C.ye komşu Maryland eyaletinin Rockville Pike denen 8-10 km.lik bir bulvarı var. Sağlı-sollu yüzlerce işyeri ve lokantayla dolu olan bu bulvarın bir ucunda da işte bu Shiraz Grocery adlı dükkan. Sahibinin Ermeni olduğunu bildiğim için içeriye “Merhaba!” diyerek girdim. Türkçe bilmiyorlarsa çok çok yüzüme bir tuhaf bakarlar, ben de hemen “Hi!” ye dönerim diye düşünüyordum. Cevap “Merhaba, buyurun!” diye gelmez mi? Tamam dedim içimden, burası bizden! Dükkanın yakışıklı tezgahtarına hemen (adı iyi bildiğim Ermeni isimlerinden Ara’ymış),”Sizde tütünlük var mı?” diye sordum. “Nedir o ağabey?” dedi çocuk. Böyle bir cevabı bekliyordum aslında, “Yok” demediğine de ayrıca sevindim, zira Türkiye’de –hatta Kayseri’de- bile pastırma sevenler arasında tütünlüğün ne olduğunu bilenler sayılıdır (çoğunluk ‘kuş gönü’nden öteye gitmez). Anlattım. “Kangalın alt ucunda, her hayvandan sadece 1-1.5 kg kadar çıkan, sırtın kılcal yağ damarlı ve en lezzetli yeri” diye. Bu defa Ara “Olmaz mı ağabey, biraz keseyim, bakın” demesin mi? Kenar yağını ve fazla çemenini çıkarıp tattım ki gerçekten istediğimden ala. İstanbul ve Ankara’nın en büyük şarküterilerinde bile “Artık gelmiyor” cevabına alışık olduğum için, sevinçle şaşkınlığım bir arada geldi. “Ara, bu sizde her zaman var mı?” dedim. “Tabii ağabey dedi, sizin gibi meraklı 5-6 müşterimiz var, onlar için devamlı bulunduruyoruz. Philedelphia’da bir Ermeni yapıyor.” Ara İran Ermenisi olduğu için Türkçesi Azeri şiveli. Patron Narses bey de İranlı, ünlü şair Hafız’ın memleketi Şiraz’dan (dükkanın adı onun için Shiraz); ama onun Türkçesi daha iyi. Patronun eşi kasiyer Salphi hanımsa Lübnan Ermenisi. Ne söyleseniz anlıyor, ama yanlış yapmaktan çekindiği için Türkçe yerine İngilizce cevap veriyor. “Yakında arkadaşlarla toplanacağız, siz de buyurur musunuz, dedi. Hepsi Türkiye Ermenisi, bir ben dışarıdanım. Ya durmadan Türkçe konuşurlarsa ne yaparım diye kara kara düşünüyorum!”. Ben onlarla sohbet ederken, baktım bizim hanım da çok sevdiği sade Uludağ gazozunu içiyor (hani şu Cola vebasından Türkiye’de bulamadığınız!).

Dükkan neredeyse tamamen Türk malıyla dolu. Taze Türk yufkasından Tamek salçasına, tahin-pekmezden Marmara zeytinine, kırmızı mercimekten tam yağlı beyaz peynire, ince belli kesme çay bardağından semaver takımına. 1983’ten sonra ihracata tanınan kolaylıklar mallarımızın Batıdaki dükkanların raflarında daha çok görünmesini sağlamış. Salpi hanım diyor ki: “ Bende Türk, Arap, İran ve Amerikan malı gıda maddesi var. Ama hepsinin içinde en kalitelisi Türkiye’den gelenler. Diğerlerine göre biraz pahalı, onun için Amerikalı almıyor, çünkü yiyeceğin iyisinden anlamazlar; ama kalite arayan çok müşterimiz var, onlar alıyorlar. Newyork’tan Yörük diye bir firmadan alıyoruz Türk mamüllerini. Rakibi olmadığı için adam istediği fiyatı koyuyor, biz de mecburen alıyoruz. “Ticaretin riskli yönleri vardır; pahalı ama kaliteli der alırsınız, satamazsınız, elinizde kalır; almazsınız, müşteri kaçar. Ama Şiraz bakkaliye korkmuyor, alıyor. Ve tabii satıyor da. “Benim müşterim çoğunlukla Ermeni ve Türk, daha az da Amerikalı ve Arap” diyor Salpi hanım.

Kısa süre için gittiğiniz bir yabancı ülkede iradeniz dışında biraz fazla uzun kalmışsanız, karakter olarak da ülkesine –içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun- çok bağlı bir insansanız, vatan hasreti içinizi yakmaya başlar. Türkiye’yi hiç görmemiş olan, o dili-dini ayrı insanların Türkçesinde, Osmanlı atalarınızın zarafetini, asaletini, kibarlığını, efendiliğini, “le Grand seigneur” lüğünü görürsünüz.

Bir bakkal dükkanı çölde vaha olur size. Pastırma ise kahve gibi- sadece bahanedir. (12 Haziran 1999)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.