Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Teşhir

10.09.2017
2.148
Teşhir

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Alenileştirme, “ herkesin göreceği hale getirme” demek olan “teşhir”e, ticari alanda meşru olduğu halde, diğer konularda pek sıcak bakılmamıştır dilimizde. Kendine hiç bakmadan, başkalarının ayıbını ortaya çıkarmayla uğraşmak, “teşhir” in sevimsiz anlamlarından biridir. Onun için atalarımız “fariğ ol, aybın gözetme kimsenin / Ta ki Hak setreyleye aybın senin” uyarısında bulunmuşlardır. Son zamanlarda ise, herhalde bütün kabahati Türkçe olmasından, “Alış-veriş Merkezi”ni “Shopping Center” a çeviren şuursuzluk “Teşhir Salonları”nı da “Show Room” a çeviriverdi (dükkanlarımızın ismi İngilizce olunca ‘çağdaş’ oluyoruz ya! Bunun çağdaşlık değil, maymunluk, sömürgelik olduğu kimsenin umrunda değil). Kadınların, erkeklerin dikkatini (hatta tasallutunu) çekecek şekilde açık giyinmeleri de, teşhir hastalığının insani bir sonucu olarak Batı ülkelerinde tabii karşılanıyor. Ama öyle konular var ki, teşhirin, faydası şöyle dursun, en azından amacından uzaklaşarak peşinde soysuzlaşmayı getiren bir uygulama haline dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.

Mevlevi tarikatının ayinleri, kıyam’ (yani ayakta), devran’ (yani dönerek) ve haf’ (yani sessiz) sadece içinden İsm-i Celal çekerek yapılan bir toplu zikir şeklidir. Ve her ibadet gibi, gizli değilse de kapalıdır; zira icra edeni dervişler, muhatabı Cenab-ı Allah’dır. Mevlevi semahanelerinin ortasındaki sema meydanının, dönme hareketine uygun olarak yuvarlak yapılma geleneği, kare veya dikdörtgen binanın mimari dizaynında köşelerde boşluklar bırakmış, bunlar da zamanla “züvvar (=ziyaretçi) mahfili” olarak değerlendirilmiştir. Ancak, ayinin yüksek seviyede bir tasavvufi musikinin eşliğinde yapılması padişahların ilgisiyle birleşince, ibadete zamanla seyir unsuru girmiş, Kütahya Ergun Çelebi asitanesinde olduğu gibi galerili opera binalarının etkisinde, kadın ve erkekler için ayrı girişli katlı seyirci mahfilleriyle, Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerindeki gibi muhteşem hünkar ve yabancı seyirci mahfilleri dahi yapılmıştır. Tekkelerin 1925’te kapatılmasından 25-30 yıl sonra, müzeye dönüştürülen Konya Mevlana Türbesinde başlayan anma konuşmaları, yabancıların ta 17. Yüzyıldan beri süregelen ilgisinin de tesiriyle, Konya Kapalı Spor Salonunda “ihtilaf” adı altında leblebi-çekirdek-patlamış mısır-Coca Cola’lı panayır gösterilerine dönüşmüş, devletin konuya iç ve dış turizmi hareketlendiren bir tür şov gözüyle bakması işi çığırından çıkarmıştır. Özetle, ibadetin maneviyatı tamamen silinmiş, amaç dolar avcılığına dönüşmüştür ( bu arada post ve destar kavgalarının da arkası kesilmemiştir).

Konya’da yıllardan beri yapılan Mevlana anma törenlerini seyrederken, bizzat Konyalıların “gocu Konyalı” tabir ettiği orta yaşlı battaniyeli kadınların, “Len bu Mevlanalar daa ne gada döncekler gııı?” diye birbirlerine sormasıyla; Hz.Mevlana’nın kudsi ibadetini ayaklarına götürdüğümüz Batılıların olaya bakışı arasında büyük bir fark yoktur. Onların da, kültürlerinin sonucu olan huşu içinde dinleme adabının arkasında, “Bu kadar uzun süre dönerken bunların nasıl başı dönmüyor acaba?” dan başka merak ettikleri şey yoktur. Nasıl olsun ki? Siz, amuda kalkmış vaziyette saatlerce dönüp duran, bu arada kendi dillerinde ilahiler de söyleyen bir grubun gösterisine gitseniz, “Bunların beynine nasıl kan oturmuyor acaba?” diye düşünmez misiniz?… İbadetin gösterisi, şovu teşhiri olmaz. “Efendim, bu ibadet değil, turistik gösteri” ise, o zaman Allahın (c.c.), Muhammed’in (s.a.s.), Mevlana’nın (k.s.), Itri’nin (r.a) ve diğer büyük bestekarlarımızın bu turistik gösteride işi ne?!.. Biz, üç kuruşluk döviz girdisi hatırına, İslamı bilmedikleri için hiçbir zaman anlayamayacakları bir ibadet şeklini Batılıların ayağına götürüyoruz (40 yıldır her Aralık’ta dünyanın her tarafından Konya’ya doluşmaları yetmiyormuş gibi). Mısırlılar bizden de uyanık: Nil’de gezi yapan lokanta-tekne’lerde, rengarenk eteklerini kat kat açan ‘mevlevi’ (!)leri turistik şov malzemesi olarak kullanıyorlar. Bizim Boğaz’ı gezdiren bu tür yüzen restoranlarda henüz Mevlevi gösterisi yok. Ama yakında olabilir (dervişi maaşlı memur yaparsanız, ‘extra’ gelir aramasından daha tabii ne olabilir?). Belki de bakarsınız, Mevlevilerin dışarıda gördüğü rağbet içe de yansır (hep böyle olmaz mı?), bakanlar-zenginler kız evlendirirken veya çocuk sünnet ettirirken, Kani Karaca’dan “Nat-ı Mevlana” dinlemek üzere semazenleri şöyle 15 dakikalık kısa bir gösteri için (konuklar sıkılmasın diye) davet bile edebilirler. Zavallı koca veli de öbür tarafta mürşidi Hz.Şems’le karşı karşıya geçip “Eee, n’apalım, böyle başa böyle traş!” deyip gülüşüp dururlar. (Onlar gülüşedursunlar da, bu yazıyı kazara okuyup “Yahu ağabey, ne kurcalıyorsun? Biz şurada yolumuzu buluyoruz, akan çeşmeden tasımızı dolduruyoruz!” diyeceklerin hışmından beni ne kurtarır acaba?.. Zavallı başım! Ömür boyu sadece düşündüğünü söylemekten ne İsa’ya yaranabildi, ne Musa’ya.. Tek teselli, yaşama sevincimin kaynağı, edep-irfan-tefrik-itidal sahibi gençlerimin varlığında…) (6 Mart 1999)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.