Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Türk Musikisi İçinde Sadeddin Kaynak

06.02.2018
2.149
Türk Musikisi İçinde Sadeddin Kaynak

Cinuçen Tanrıkorur’un “Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler” adlı kitabından alınmıştır

Sadedin Kaynak, sadece 35 yıllık bir bestekârlık süresi içinde, sınırsız insan sevgisiyle, ülkemizin bütün gönüllerini Türk musikisine bağlamış ve bundan 26 yıl önce bir 3 Şubat günü dünyaya veda etmiş olan 20. yüzyılın en büyük Türk bestekarıdır.

İnsanlık tarihini, gönüllerinden fışkıran ateşle ısıtmış ve aydınlatmış öyle sanatkarlar vardır ki, zaman zaman çeşitli sebeplerle toplumun gerisinde (dolayısıyla toplumu aydınlatan çağdaşlık huzmesinin dışında) kalmış olan sanatı, kollarından yakaladıkları gibi getirip yeniden o huzmenin içine oturtmuşlardır. Bu sanatkârlara genellikle “yenilikçi”, “dahi”, “çağ açan”, “ekol sahibi” gibi sıfatlar be payeler verilmiştir. Batıda Leonardo, Beethoven, Nietzsc, Le Corbusier ve Picasso bu tür dehalardandır. Bizdeyse Yunus’la Mevlana, Sinan’la Itri, Dede ile Hacı Arif Bey, Tanburi Cemil’le Sadedin Kaynak, hızla yürüyen toplumun bir an için gerisinde kalmış olan sanatı tutup çağdaşlığın içine yeniden oturtan dahilerdir.

Bu kısa yazımız içinde, sizlere, Kaynak’ın önce biyografisinden bellibaşlı çizgilerle söz edeceğiz, sonra -yine kısaca musikimize getirdiklerini ve onu 20. yüzyılın en büyük Türk bestecisi yapan özelliklerini belirtmeye çalışacağız.

1895 yılında İstanbul’da doğan Kaynak, 10 yaşında hafız oldu ve H.S.Arel’in hocaları olan Hafız Melek ve Cemal Efendilerle, Hoca Kâzım Bey’den ve Neyzanbaşı Emin Dede’den dini musiki öğrendi. Liseden sonra yedek subay olarak gittiği güneydoğu illerimizde folklorik musikimizi inceledi. Sonra İlahiyat Fakültesini bitirdi. Sultan Selim ve Sultan Ahmet Camilerinde imamlık yaptığı sırada film müziğiyle ilgilendi. Plaklara, dini eserlerle gazeller ve şarkılar okudu. Plak doldurmak için gittiği Berlin, Viyan, Paris ve Milano gibi büyük müzik merkezlerinde batı müziğini dinledi. Nihayet 31 yaşında besteciliğe başladı ve şarkı formunu yılan “fantezi”lerine geçmeden önce, klasik formlarda da şahsi uslubunu ortaya koyan eserler verdi. Ama asıl şöhretini folklorik esprili şarkılar, fanteziler ve film müziği bestecisi olarak yaptı. “Yavuz Sultan Selim Ağlıyor” filminin müziklerini bestelediği sırada felç oldu. Ve 1961’de 66 yaşında vefat etti.

Türk Musikisine getirdiklerine gelince, Kaynak;

1)10 yaşında hafız olduğu halde 31 yaşına kadar bestekarlığa kalkışmayarak sadece musikiyi öğrenmeye çalışmış, sanat çilesinin şuurunda bir gönül adamıdır.

2)Ülkemizin 78 devirli ilk taş plaklarına dini ve dindışı eserler okuyan bir imam ve ülkemizin ilk film müziği bestecisi… Yüzyılımızın ilk çeyreği içindeki toplumumuzda bu iki konunun yan yana düşünülmesi bile, bestecimizin ne kadar geniş görüşlü bir kişiliğe sahip olduğunun belgesidir.

3)Aruz vezninde, A-A-B-A kafiye düzeninde ve A-B-C-B beste kuruluşundaki 4 mısralık ve konusu sınırlı Şarkı formunun karşısına, hece ve serbest vezinde, çok değişik konu ve uzunluklardaki Fantezi formuna koymuş ve yerleştirmiştir. Bu fanztezilerinde, kendisi esasen bir saz sanatçısı olmadığı halde, son derece parlak ve orijinal, estrümantal giriş ve bağlantı bölümleri vardır. Bu saz bölümlerinde bestecini imzası o kadar belirgindir ki, herhangi bir parçanın giriş sazı başlar başlamaz dinleyen, anonsu duyamamış dahi olsa, parçanın Kaynak’ın olduğunu hemen anlar.

4)Musikimizin genel karakteri olan ses unsurunun hakimiyeti altında yüzyıllarca ezilmiş ve silikleşmiş olan saz unsuru, Kaynak’ın dünyasında, satır sonlarındaki küçücük bağlantı parçası olmaktan kurtulmuş, gerektiğinde kelime aralarına dahi girebilen, başta-ortada-sonda söz unsuruyla yarışan, onunla eşdeğer bir kişilik kazanmıştır.

5)Özellikle romantik dönem sonlarına doğru Türk musikisine hakim olan beste monotonluğu ile icra uyuşukluğu’nun bir sebebi de, icranın kompozisyonu – kompozisyonun icrayı kösteklemesidir. Yani bestecinin “sesle okuyamaz-sazlar çalamaz” diye hep daha basit bir başkasından kopyaya benzer şeyler yazar olması, icracının da hep basit şeyler çala-söyleye tekniğin kısırlaşması.. Kaynak bunu da yıkmıştır; seste de, sazda da icranın alışılmış sınırlarını zorlamış, gerek teknikte – gerek nüansta onun eserlerini gerektiği gibi icra edebilmek bayağı ustalığı gerektirir olmuştur.

6)Geleneğin bestecisi, sanat eseri yaratımında birer araçtan ibaret olması gereken Makam ve Usul bağlarını amaç haline getirmiş, eserini bu iki unsuru adeta tarif etmek için, yani bir bakıma didaktik amaçla bestelemiştir. Kaynak bu bağlardan da sıyrılmıştır, makam da, usul de onun için sadece birer amaçtan ibarettir. O kadar ki, hemen hiçbir fantezisini aynı usul veya tempoda başlayıp bitirmediği gibi, bazen eserini, başladığı makamda bitirmeyi dahi önemsememiştir. TRT’nin bilgisizlik ve umursamazlıktan “S.Kaynak’ın Segah şarkısı” diye anons ettiği “Dertliyim, ruhuma hicranımı sardım da yine” adlı eser, Segah da değildir, Şarkı da değildir. Çünkü önce Segah başlayıp Nihavent biter, sonra da Şarkı değil Fantezi’dir.

7)Kaynak, klasik -hatta dini- müzik eğitimiyle yetişmiş olmasına rağmen, Tanburi Cemil’le birlikte, halk sanatındaki zevk ve büyüyü keşfetmiş, bu büyünün cazibesinden kendisini bir ömür boyu kurtaramamış ve tıpkı Bela Bartok’un yaptığı gibi, halk müziğinin sonsuz malzemesinden klasik müzikte faydalanmayı bilmiş, gerçek anlamda çağdaş bir bestecimizdir. Karacaoğlan, Emrah, Gevheri, Aşık Ömer, Bayburtlu Zihni vd.leri, Kaynak’ın aşık olduğu ozanlardır.

İncecikten bir kar yağar/Tozar Elif Elif diye..
Yine bahar oldu çoştu yüreğim/Akar boz bulanık selli dereler..
Çıkar yücelerden haber sorarım..
Dağları hep kar aldı..
Ay doğarken gecelerden..
Ağlarım çağlar gibi..
Elâ gözlerine kurban olduğum..
Ben güzele güzel demem..
Yar ayrılık yaktı beni..
Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu..
Söyleyin nerde, o göz nuru, gönül sevgisi yâr..
Gönlüm özledikçe görürdüm hele/Lacivert kanatlı kumru olsaydım
Seni kıskanırdım rüyada bile/Ahu gözlerinde uydu olsaydım..

…ve gönlümüze nakşolmuş daha yüzlercesi.. Hepsini saymaya saatler yetmez. Bunların bestekarı mıdır “Türk Musikisine Arap zevkini getiren”? Bazı ansiklopedi yazarlarına sormak isterdik! Gencinden yaşlısına bütün bir milleti aynı heyecanda birleştirmeyi başardığı için baş tacı edilen şöhretlerde kusur arayıp bulmak zor bir iş değildir, ama ucuz bir iştir. Yaşamanın amacı ise laf değil, iş üretmek… kişinin emek ve birikimine saygı duymak.. şöhretleri ölümlerinden sonra da devam edenlerin neden ve nasıl şöhret olduklarını, 100 yıl sonraki bir meraklının temizliği ve tarafsızlığıyla inceleyebilmektir.

8)Öğrenimi ilahiyat olduğu halde kartını “bestekâr” diye bastıran… ve saz çalmadığı halde film ve revü müzikleri besteleyen… ve saz çalmadığı halde sazcılara adeta kök söktüren Kaynak, aynı zamanda, sapsade, dupduru, apaçık bir Türkçenin de savunmasını yapmıştır. Mesela F.Tokay’la (1889-1959) çağımıza kadar gelmiş olan,

Sâgarda değil, sâki-i zibâda gözüm yok
Gülşen ne demek, kubbe-i minâda gözüm yok

Türünden klasik divan manzumlarının yerine, “Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu” örneği gerçekçi-tasviri arayışı koymuştur.Müziğimizi,

Anladım, sevmayeceksin beni sen, nazlı çiçek
Hasta gönlüm yine hicranını yalnız çekecek’teki marazi melankoliden “Yeşil gözlerini ufkuna gerki, Bahar geldi diye şarkı söyliyem” deki yaşama sevincine çekmiştir. Dinleyicisiyle konuşan, hitab eden, iz bırakan, daha giriş aranağmesi başlar başlamaz herkesin neşeyle mırıldandığı “cantabile” müziği yaratmıştır. Ve bütün bunları yaparken, muhatabına herhangi bir yabancı dilin unsurlarıyla seslenmemiş, ona tepeden bakmamış, aralarına girip horon etmiş, türkü söylemiş, nota öğretmiştir.

9)Ve nihayet yine MEB Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde babasının bir müderris (yani üniversite hocası), hocalarının da Hafız Melek ve Cemal Efendilerle Kazım Uz ve Neyzen Emin Dede olduğu belirtildiği halde, “hiçbir zaman iyi musiki öğrenememiş” olduğu ileri sürülen Kaynak, tamamen klasik dille, tamamen klasik Beste ve Şarkı formlarında eserler de bestelemiş olmasına rağmen, bu yolun çıkmaz olduğunu, çağdaş toplumun gönlüne bu tür eserlerle girilemeyeceğini anladığı için formda, dilde ve melodide yenileşme yürekliliğini göstermiştir. Bu yenileşme aynı zamanda, “toplumun yeni değişikliği” için, kendisini çok seven Atatürk’ün de koyduğu ölçüdür. Öyle bir yüreklilik ki,

“Hicran-ı elem sine pûr-hûn’umu dağlar” gibi
“Gözlerin mest olduğu demlerde ey şeh, nâzdan” gibi
“Fariğ olmam eylesen yüzbin cefâ, sevdim seni” gibi
“Söyle git ağlanacak halini dildâre gönül” gibi
“Merhem koyup onarma sinemde kanlı dağı” gibi ve
“Gecemiz kapkara sâki, sun elin nûr olsun” gibi

Klasik formlu eserlerin bestecisiyle, meselâ bir “Yollarına gül döktüm, gelir de geçer diye” nin bestecisi aynı kişi olabilir mi diye düşünürsünüz?

Musikimizdeki bugünkü yozlaşmayı ve “arabesk” vâkıasını, Kaynak’ın Mısır filmlerine yaptığı bestelerle başlattığını iddia etmenin, mesela batı resminde bugünkü soysuzlaşmayı Picasso’nun başlattığını iddia etmekten hiç farkı yoktur. İki iddia da aynı yüksek dozda cehaletten veya yobazlıktan kaynaklanır (ki ikisi de aynı şeydir). Klasik tanbur çalma tavrını yıkan ve son 70 yılın Türk saz musikisini tamamen tesiri altına alan Tanburi Cemil için de bazı çağdaşları “Bunun çaldığı tanbur değil; tanbur soysuzlaştırdı, ud ‘benzetti” demişlerdi.

Milli müziğin eğitim kurumlarından çıkarıldığı, dil ve müzik gibi milli birlik ve bütünlüğün en güçlü iki temeli zayıflatılarak toplumda halk-aydın, köylü-şehirli çatışmasının yaratılmaya çalışıldığı bir “sanat fetreti” döneminde müziği, sadece anlayanların meşgalesi olmaktan çıkarıp, diliyle, melodik ve ritmik kuruluşundaki akıcılıkla halka indirmek, veya halkı da bu sanatı biraz olsun anlayarak çalar-söyler hale getirmek, resmi itibarını yitiren müziğin kurtuluşunu tabanın sahip çıkmasında aramak, müziği yozlaştırmaksa, Kaynak’ın musikisi bu vebali onurla taşıyacak kadar güçlüdür. Biâr Emrah’la bir Karacaoğlan, bir Gevheri’yle bir Aşık Ömer; bir Faruk Nafiz, bir Rıza Tevfik, bir Tevfik Rüştü ve bir Vecdi Gönül kadar besteye güfte olabilmişse, şu tarih, şu kültür bütünlüğü anlayışı bir besteci için en büyük şereftir. Bu şerefin madalyası da Kaynak’a zaten halkı tarafından yaşarken de verilmiştir, öldükten sonra da..

Kaynak’ın çok çeşitli amaçlarla bestelenmiş yüzlerce eseri arasında, müzik kalitesi pek yüksek olmayan birkaç tanesi vardır. Ancak, sözlü eser besteciliğinde soysuzlaşmadan kasıt, son 20 yıldır Arap orkestral disiplinin etkisi altına giren gündelik hafif Türk pop musikisi ise, bunun çeşitli sosyo-ekonomik ve kültürel sebepleri, Kaynak’ın musikiyle belki en son planda düşünülebilecek bir bağlantıda olabilir. Kaldı ki en klâsik eseri 100 yıldan geri gidemeyen Arap müziğinin, Türk müziğine (hele Kaynak gibi bir kaynağa) verecek melodisi zaten yoktur. Birkaç kere anmak zorunda kaldığımız TMA’nde Kaynak’ın eserlerini kopya ettiği söylenen Mısırlı şarkıcı-besteci Abdülvehhâb, musikiyi Tanburi Cemil’in plaklarından öğrendiğini söylemiştir!

Son olarak belirtmek isterim ki son yıllarda üniversitelerde yapılan Kaynak konserlerinin, Sadeddin Kaynak konusu dışında da çok önemli bir anlamı vardır. Bu anlam, ters yönde zorlamalar, hangi yönden, hangi seviyede ve ne kadar süre ile gelirse gelsin, Türk gençliğinin milli değerlerine sahip çıkmada gösterdiği azim ve kararlılıkta açıkça görülmektedir. (Milli Kültür, Eylül 1987, sayı 58, ss.31-34)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.