Udi Nevres Bey (1873-1937)
Nevres Bey 1873 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Çok fakir bir ailenin çocuğudur. Türlü geçim sıkıntıları içinde bunalan babası yeni bir geçim yolu bulmak için, karısını ve oğlunu Malatya’da bırakarak İstanbul’un yolunu tuttu; oldukça varlıklı ve nüfuzlu bir devlet adamının hizmetine girdi. Aradan iki yil geçmiş, karısı yoksulluk içinde zatürreden ölmüş, oğlu Nevres ise yetim ve kimsesiz kalmıştı. Bu acı haberi alan Nevres Bey’in babası memleketine gelerek oğlunu aldı ve İstanbul’a geri döndü. Nevres Bey’in babası ve ailesi hakkındaki bilgilerimiz bunlardan ibaret. Belki de gururundan olacak, kendisi de ailesi hakkında hiç bir bilgi vermemiştir.
Babasının yanında çalıştığı kişi her kimse yardımcı elini Nevres ‘e de uzattı; onun okuyup yetişmesine yardımcı oldu. Bir yandan oğrenimini sürerken kendi çabası ile eski edebiyatımızı inceliyor, kimseden ders almadan kendi kendine ud çalmaya çalışıyordu. Tanrı vergisi olan kabiliyetinin ilk nağmelerini dinleyenler hayrette kaliyor, ünü yavaş yavaş İstanbul’a yayılıyor, musiki çevrelerinde sık sık ondan söz ediliyordu. İşte bu sıralarda dahi sanatkar Tanburi Cemil Bey’i tanımıştı. Cemil Bey’i çok iyi yorulmayanların başında gelen Nevres Bey için bu tanışma bir dönüm noktası olmuştur. Yıllarca onunla düşüp kalkması, onun musiki çevresinde bulunması, Cemil Bey’in tanburda yapmış olduğu reformu Nevres’in Ud’da yapmasma sebep olmuştur. Böylece tanınmış musiki ustaları ile de konaklara devam ederek sanatını ilerletme fırsatını buldu.
Son derece sinirli, kıskanç, çekingen bir kişiliğe sahip olan Nevres Bey, ünü arttıkça gururu da artıyor, güç beğenir oluyordu. Cemil Bey ile arasinda zaman zaman sürtüşmelerin olduğunu, bazı toplantılarda tatsızlıklar çıktığını, çoğu kez bu toplantıları Nevres Bey’in terk ettiğini Mesud Cemil ve Ruşen Kam’dan işitmiştim. Nitekim Mesud Cemil, babası hakkında yazmış olduğu kitapta Nevres ile Vasilaki arasında geçmiç olan bir olayı anlatır. Nevres Bey bazı yerlerde Vasilaki hakkında ileri geri konuşmuş, bu konuşmalar Vasilaki’nin kulağına gitmiş. Durumdan hiç haberi olmamış gibi davranan Vasilaki, Mahmud Celaleddin Paşanın mühürdarı Nazım Bey’in evinde Tanburi Cemil Bey, Kanuni §emsi Bey, Lavtaci Hristo, Haci Kirami Efendi, Kemani Memduh, kemençeci Vasilaki’nin bulunduğu bir musiki toplantısında tam fasla başlamak üzereyken Vasilaki, yayın ucu ile onun kucağındaki udu göstererek “Nevres Bey oğlum Re’yi biraz düzeltir misin pesttir” demiş.
Durumu kavrayan Nevres Bey kıpkırmızı kesilerek erkenden meclisi terketmiş. Durumu kavrayan Nevres Bey kıpkırmızı kesilerekten meclisi terketmiş.
Tanzimat’tan başlayarak gelenekleşen Batı Musikisi’ni inceleme ve tanıma merakı Nevres Bey’de de vardı. Bu sebeple 1914 yılında Almanya’ya giderek bu sanatı yerinde inceleme fırsatını buldu. Ayrıca gerek İstanbul çevresinde gerekse Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaptığı derleme çalışmaları sonucu çok sayıda Tuna ve Anadolu türkülerini. Yani ülkemizde ilk folklor çalışmalarını yapmış oldu.
Geçimsizliği ve yalnız yaşamayi sevmesinden dolayı kendisini dinlemeye can atan, her isteğini yerine getirebilecek nice kimselere sırt çevirdi; az sayıdaki arkadaslarının dışında kederli, bedbin ve ürkek yaşadı. Bütün hayatı parasal sıkıntılarla geçtiği halde sazını geçim aracı olarak kullanmadı. Ancak, zaman zaman “vekil-vüzera” konaklarına özel musiki derslerine giderdi. İstanbul halkı bu efsanevi ud sanatkarını ilk kez ünlü “Cemil Konseri”nde dinleyebildi. O yıllarda yeni yeni bir yıldız gibi parlayan Münir Nureddin’i takdir etmiş, konserlerinde Mesud Cemil ve Ruşen Kam’la çalmıştır.
O zamanların rakipsiz bir ud icracısı olarak olağanüstü bir kulakla en ufak bir falsoya tahammül edememiş, bütün hayatı boyunca kusursuz bir sanat yorumcusu olmuş, yalnız bir adam oluşu belki de bu noktadan kaynaklanmıştır. Her zaman dostlarına eserlerinin iyi anlaşılamayacağı için beste yapmaktan çekindigini söylermiş. Yakın arkadaşı olan kemençeci Kemal Niyazi Seyhun’la bazan poker oyununa gider, daha cok İstanbul’un tabiat güzellikleriyle dolu sessiz semtlerinden Çamlıca, Yakacık, Beylerbeyi’nde dolaşır, özellikle Yakacık’i beğenir, “Zengin olsam bir kulübe yaptırır burada otururum” dermiş. Öğrencisi olan ses sanatkarı Safiye Ayla, “Sağlığında bir kulübe yaptıramadı ama, ölümünde dileği yerine geldi” diyor.
Nevres Bey 22 Ocak 1937 tarihinde Cerrahpaşa Hastahanesi’nde gırtlak kanserinden öldü. Vasiyeti gereğince yedi sekiz kişilik bir toplulukla Yakacık mezarlığına defnedildi. Hastahanede yattığı günlerde pek arayanı, soranı olmamış, büyük bir yalnızlık içinde bir kez daha unutulmuşluğun sisleri içinde kaybolup gitmiştir. Hiç evlenmemiştir.
Bebekli Refik Talat Alpman, İbrahim Ziya Özbekkan onun udda çıktığı bir zirvenin devamı olmuşlar, daha sonra gelenler bu tekniği ilerletmeye çalışmışlardır. Bir Münir Nureddin konserinden edinilen şu izlenimler Peyami Safa’nındır:
“… Bir üstadın elinden gayrı her elde kabaklaştığı için pek nankör ve nankör olduğu için de pek talihsiz bir saz diye tanıdığımız ud, Nevres’in parmaklarmda o tombalak ve geri mimarisinden hiç beklenmeyen sesler veriyordu. Saz mızrabın, mızrap elin, el de büyük bir ruhun emrinde oldukça, udla en kabiliyetli başka bir enstrüman arasında hiç bir fark kalmıyor. Çünkü ses veren saz değil ruhtur. Nevres’i dinlerken inanacağımız geliyordu ki, bu harikulade adam uda değil de mermere vursa o sükuti maddeden yine bir melodi abidesi çıkabilir. Deruni bir sanat olmakta en yüksek merhaleye varan eski Türk Musikisi, deruni bir adam olmakta onun kadar gösterişsiz ve yalansız, temiz ve halis Nevres’lerimizin udunda en derin ifade vasıtasını buluyordu.”
“Fahire’nin, Refik’in saz refakatiyle, Münir Nureddin’in hele bestenigar türküyü okurken o unutulmaz bir harika derecesinde yaptığı ara taksimi yaratan sesiyle bu konserin ruhuna kattıkları güzellik Nevres’in etrafında, Nuri Halil’i de ilave edersek, dört büyük artistin bizi kendi içimize doğru ne kadar uzaklara doğru götürebileceğini evvelki gece ispat etti. Uzaklara ve ötesinde Allah’a benzer bir kudret bulunduğunu hissettiğimiz yükseklere…”
Bir udi olarak Nevres Bey’de “icrasındaki titizlik ve sihirli özellik ve kendine özgü teknik, kendinden önceki udilerce tasavvur bile edilmemiş, fakat Nevres Bey tarafından Tanburi Cemil Bey’in etkisi ile bir gerçek haline gelmiştir. “Bu teknikte Cemil Bey’in Lavta mızrabının silinemez izleri sezilir. “Udun öğrenme ve çalma bakımından her sazdan daha kolay olduğu sanılan bir talihsizligi vardır. Halbuki bu saz Nevres’in elinde ve parmaklarında bu kanaati altüst eden bir harikuladeliğe ulaşmıştı. Açık tellerden çekinen, iç pozisyonları tercih eden bir sol el tekniği; aksanlı, tremolulu bir mızrap, kuvvetli bir vibrato Nevres tavrının en güzel, en çıkıntılı taraflarıdır. Bu tavrın Nevres’e mahsus tekamülünde, istikrarında Tanburi Cemil Bey’in tanbur ve daha ziyade lavta çalışının tesirlerini, izlerini bulmak mümkündür; çünkü Nevres, senelerce süren beraber düşüp kalkmanın getirdiği selahiyetle Tanburi Cemil’i en iyi anlayanların başta gelenlerindendi. Sazendeliğinden başka birkaç şarkı, saz semaisi, sonra kendinin olan ve olmayan şarkılara pek ustaca, pek orjinal aranağmeleri onun bestecilik yolunda da gelişmeye elverişli bir istidada sahip olduğunu göstermiştir. Bunlardan başka Rahmetli Nevres bir çok klasik eserlerimizi, özellikle şarkılarımızı saz ve sesle icra edilebilmelerinde en isabetli, en başarılı tertiplere sokmuş; halk musikimizle olan içten ilgisi, yakınlığı ile bu cins musikimize gerçekten güzel eserler kazandırmıştır. Ve nihayet Udi Nevres Bey, deruni bir sanat olmakta en yüksek derecesini bulan an’anevi, halis ses sanatımıza çalışı ile, hafif tesirli okuyuşu ile en derin ve anlayışlı ifadeyi vermiş, büyük ve değerli bir sanatkarımızdı.
Kemal Emin Bara şu güzel hatırayı naklediyor: Bir gün Kemal Emin Bara ile bir dost evine, Feneryolu’na poker oynamaya giderler. Habersiz gittiklerinden evsahibini evde bulamazlar. Tam geri dönmeye karar verdikleri sırada oralara gelmişken başka bir dost evine uğrarlar. içeri girdiklerinde bir kemençe, bir ud ve bir hanendeden ibaret bir musiki topluluğu görüler. Sessizce programı dinleyen Nevres Bey, udda “kaba dügah” telinin bulunmadığını görür. Fasla ara verilince bu eksikliğin sebebini sorar. Nevres Bey’i tanımayan genç udi, “Malumualiniz o tel pek kullanılmaz” der. Bunun üzerine udu rica eden üstad, cebinden bir tel çıkararak uda takar ve nefis bir taksimden sonra bu tel üzerinde karar eder.
Yorulmak bilmeyen bir derleyici ve onarımcı oluşu sebebi ile yıllarca toplayarak biriktirdiği evrakı, ölümünden sonra İstanbul Belediye Konservatuvarı tarafından satın alındı. Bu kolleksiyon saz ve söz eserleri repertuvarımızın en sağlam kaynaklarından biridir. Bunların arasında Türk Musikisi nazariyati kitapları, çeşitli külliyatlar, sayısız klasik eserler, Anadolu ve Rumeli türküleri, Batı Musikisi ile ilgili çoksesli denemeleri ve çalışmaları ele geçmiştir.
Nevres Bey bestekarlıkta çok verimli olmamış gibiyse de, yukarıda da değindiğimiz gibi fasıl musikimizde, Mustafa Çavuş’un bazı eserlerinde, bir çok türkülerde kullanılan parlak aranağmeler onundur. Ziya Paşa’nın konağında Lavtacı Andon’dan gerdaniye ve karcığar köçekçeleri notaya almıştır. “Dede’nin Bestenigar şarkısına Dede’nin uslub ve edasına yüzde yüz uygun, (Meyan) dediğimiz üçüncü bölümü eklemiştir”.
Günümüze evç, gerdaniye, hüseyni, karcığar, hüzzam v.b. makamlardan sekiz taksimi ile bizzat çalıp okuduğu bir kaç sözlü plağı gelmiştir. Hüzzam makamından çok güzel bir saz semaisi vardır. Değişik makam ve usullerden yedi sözlü eser bestelemiştir. Sözleri Fuzuli’ye ait olan “Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişamndadir” Isfahan şarkısı ile “Yillarca ben seni aradım durdum” güfteli ferahfeza şarkısı en tanınmış olanlarıdır.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.
Muhayyer Gun Kavustu Su Karardi Beni Uzme Guzelim
Hicaz Varmıdır Takrire Hacet Derdi Mafil Balimi
Hicaz Gösterirken Ruyi Zerdim Derdi Mafibalimi
Isfahan Asiyani Murgi Dil Zulfi Perisanindadir
Ussak Acik Gerden Perisan Sirma Saclar Habigahinda
Henüz yorum yapılmamış.