Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Yahya Nazım Çelebi ( 1647-1726)

28.06.2017
5.006
Yahya Nazım Çelebi ( 1647-1726)

Yahya Nazım Çelebi 1647 yılında İstanbul’un Gedikpaşa semtinde doğdu. Babası Ali Çelebi kendi halinde yumuşak huylu sessiz bir kimseymiş ve amansız bir hastalıktan 1690 tarihinde ölmüş. 1711’de annesi, 1715 yılında da orta derecede bir mûsikişinas olan kardeşi Hüseyin Çelebi “ahret âlemi”ne göç etmişler. “Nazım gençliğinin ilk çağlarını bedmestlikle geçirmiş; fakat gördüğü bir rüya kendisini Kumkapı meyhanelerinden ve içkiden pek çabuk kurtarmıştı. Bundan sonra hayatının bütün şifa ve tesellisini, bedii heyecanlarının mâkesini yalnız sanatta bulmuş ve kendini ölünceye kadar şiir ve mûsikiye vermişti. Gördüğü rüya şudur:

“Nazım’ın bu iptilâsını komşularından zengin bir tüccar hiç beğenmezmiş; hattâ bir gün o civarda oturan bir şeyhe onun serhoşluğundan şikâyet bile etmiş. Fakat şey tüccara, Nazım hakkında ileri geri söz söylememesini, onun bir gün bu iptilâdan vazgeçerek mertebesini bulacağını söylemiş, ayrılmışlar… O gece tüccar rüyasında, bir dellâlın elinde bir kâğıtla –Bin altına! Bin altına!- Diye haykırarak sokak sokak dolaştığını görmüş. Kağıtta Nazım’ın,

Aftâb-ı subh-ı mâevhâ Habib-i Kibriyâ

matlâlı meşhur na’t’ı yazılı imiş. Tüccar bunu görünce değerinin beş mislini verip almak istemiş. Fakat, dellâl bir anda ortadan koybolmuş. Tüccar dellâlı aramaya başlamış; tekrar ele geçirince bu defa kâğıdı ne pahasına olursan olsun alacağını söylemiş. Dellâl, -Hazreti Peygamber o na’t’ı çok beğendi ve bin altına satın aldı- cevabını vermiş. Bunun üzerine tüccar ağlaya ağlaya uyanmış; Nazım hakkında söylediği sözlerden pişman olmuş. Sabahleyin erkenden Nazım’ın evine giderek rüyayı anlatmış ve af dilemiş. Nazım da gözyaşları arasında bir daha ağzına içki koymayacağına tövbe etmiş ve ölünceye kadar namaz ve niyazından ayrılmamış.

“Nazım’ın iyi bir tahsil gördüğü, mükemmel bir mûsiki terbiye ve bilgisi aldığı divanından ve mevcut birkaç bestesinden pek güzel anlaşılır. O bütün bu bilgileri birer (Mekteb-i irfan) diye vasıflandırdığı enderedinmiştir. Ayrıca ilmine, kemâline, sanatına hayran olduğu Edirne Mevlevihânesi şeyhi Neşâti Dede’nin onun yetişmesinde, gelişmesinde büyük yardımı ve tesiri olmuş, bu yüzden irfan yolunu seçerek Mevlevi muhipleri zümresine katılmıştır.”

“Anadilinden başka Arapça ve Farsça’yı bütün özellik ve incelikleriyle öğrenmiş, bu dillerde manzûmeler yazmıştır.”

“Nazım seksen sene zarfında beş padişah devri idrak etmiş, zamanlarını yaşadığı Sultan IV.Mehmed, Sultan II.Süleyman, Sultan II.Ahmed, Sultan II.Mustafa, Sultan III.Ahmed’e ve Fazıl Ahmed Paşa, Amca zâde Hüseyin Paşa, Damat İbrahim Paşa gibi vezir-i âzam, diğer vüzerâ ve ricâle, câize almak emel ve ümidi ile bir çok kaside ve medhiyeler sunmuştur. Fakat, onun teklifsizce ve gönülden bağlandığı hükümdar, Kırım hanlarından Selim Giray Han idi. Şâirin onun hakkındaki sözlerinden, bu bağlılık ve yakınlığının durumu açık olarak anlaşılır. O başkalarına sunduğu kaside ve medhiyelerde, tâbir câizse, şâirlere mahsus olan teşrifat ve merasime az çok riâyet ettiği halde, Selim Giray hakkındakilerde daha başka bir husûsiyet ve samimiyet göstermiş, ona bütün arzu ve isteklerini söylemekten çekinmemiştir.”

“Nazım’a şiir ve mûsikideki kudret ve muvaffakiyetinden dolayı İstanbul’un meyva pazarbaşılığı (medâr-ı maişet olmak üzere bâ hatt-ı humayûn tevcih ve ihsan) olunmuş, ömrünün sonuna kadar bu vazifede kamıştır. Ölümü 1726 yılının Ocak ayı içindedir.

Mûsikişinaslığı:

“Bir manzumesinde,lm-i edvârda da müsellemsin
N’ola gün gibi nâmın olsa âlem
Rûmiyâne gehi serâgaz et
Ola uşşâk-ı binevâ hurrem
Arabâne gehi hicaz eyle
Teşne şehnaz’ına senin âlem
Gâh göster hevây-ı evc’e çıkıp
Nicedir nağme-i ırak ü acem
Dembedem seyredüp makâmâtı
Yine çıksan hüseyniye görsem
Nagâmat etmede muhayyersin
Eyler icrâ demin ne biş ü ne dem
Eyle hûnin terâneler şeb ü rûz
Dilfigârin büzürg ü kûçek hem
Tâze bir savt-ı dilfirib et kim
Zühre’yi hayret eylesin ebkem

beyitleriyle mûsikideki şöhret, salâhiyet ve mahâretini sanatkârane bir edâ ile ifâde etmiş olan Nazım, bedii heyecan ve duyguların en güzel, en beliğ ifade vasıtası olan mûsiki ve şiir sanatlarının büyük üstadlarındandır. Diğer şâir mûsikişinaslarımızdan hiçbiri onun kadar bu iki sanattaki kudret ve ehliyetlerini bir hizaya getirememişken, o her iki sahada aynı muvaffakiyet ve şöhreti kazanmıştır.”

“XVIII.asrın değerli mûsikişinaslarından olan Esad Efendi, onun eserlerinde melodik karakter ve estetiğin eskilerden ayrılan bir özelliği bulunduğunu söylemekte, bestekârlıktaki üstünlüğünü haklı ve isabetli bir anlayışla övmektedir. Esad Efendi’nin bir mûsikişinas olması bakımından onu, bestekârlıkta icad edicilik ve yaratıcılık derecelerine çıkaran, başkaları hakkında söylemediği bu sözleri Nazım ‘ın birkaç eserine göre değil, çağdaşı bulunduğu bu büyük bestekârımızın ihtimal birçoklarını kendisinden dinlediği, yüzlerce eserine göre verilmiş bir hüküm olması itibariyle çok dikkate sayan ve mühim bir vesikadır.”

“Salim de, Nazım’ın mûsikideki şöhret ve muvaffakiyetine bilhassa işaret ederek, (Hasseten ilm-i mûsikide a’lem ve ol fenn’i âli makamın üstadan-ı miyânesinde müsellem olub, nice rüzgâr ilm-i Edvâr’da güyâ Felek’le bile devr-i güzerân ve ol âlemin Hace-i Cihân’ı olup velvele-i nâmı tas-ı Feleği lebriz-i âvâze-i şânı üstadlardandır) diyor.”

“Safai de, (alelhusus Edvâr’da binazir-i rüzgâr ve terennümat-perde-i makâmatta sâhib iştihar ve miyâne-i nevâ perdezanda mümtaz ve gıpta fermâ-yı hoşhahân-ı Irak u Acemdir) sözleriyle takdirlerin söylüyor. Hakikaten zamanımıza gelebilmiş sayılı eserinden Nazım’ın mûsikinin güzelliğini, rûhunu, manâsını hakkıyle bilen bir üstâd, kudretli ve zarif bir bestekâr olduğu anlaşılmaktadır. Muhtelif kütüphânelerle nezdimizdeki yazma güfte mecmualarında yalnız bayati makamında Nazım’a ait otuz kadar murabba beste kaydedilmiştir ki, klâsik mektebin son derece ölçülü, muvâzeneli, ciddi ve sıkı kayıtları altında ve ayrıca bir sanat müşkülpesendliğinin, titizliğin hüküm sürdüğü o devirlerde aynı makam ve şekilde, çoğunun usûlleri de aynı bu kadar eseri besteleyebilmek için çok derin bir vukûf ve selâhiyet, zengin ve rengin bir duygu ve heyecan kaynağına sahib olmak lâzımdır.”

“Nazım bilinen beste şekillerinden en çok murabba beste, nakışlı ve nakışsız ağır ve yürük semâiler vücuda getirmiştir. Onun klâsik mûsikimizin sanatlı birer âbidesi olan Kâr şeklinde bestesi yoktur. Dini ve tasavvufi temayülleri bilinmekle beraber bu yolda da hiçbir eseri bestelememiştir.”

“Nazım, rehâvi, pençgâh, nikriz, nişâbur, mahûr, nevâ, uşşak, bayati, acem, acem aşiran, nihavend, arazbar, tahir, dügâh, saba, çargâh, hüseyni, hüseyni aşiran, horasan, bûselik, bûselik aşiran, kürdi, hicaz, şehnaz, gerdaniye, muhayyer, muhayyer bûselik, muhayyer sünbüle, ısfahan gül’izar, ırak, muhalif ırak, segâh, hüzzami mâye gibi bir kısmı zamanımızda kullanılmayan makamlarda yüzlerce eser meydana getirmiştir ki, Sâlim’in (Hâlâ âgâze olunan makamlardan bir makam yoktur ki, ol serdefter-i ehl-i tıba anda vâfir bir beste ve semâi ihtira etmemiş ola) sözleri hiç de mübalağalı değil.”

“Ağır ve yürük semâilerin bilinen belli ölçüleri dışında murabba bestelerini çenber, remel, sâkil, zincir, nim devir, devr-i revan, berefşan, devr-i kebir, fahte, Türki darp, frekçin, hafif, muhammes, evsad, evfer gibi büyük ve mürekkeb usûllerle bestelemiştir. En çok eseri çenber, sonra remel ve sâkil, şarkılarının da çoğu devr-i revan, bazıları da semâi usûlleriyledir.”

“Nazım’ın zamanımıza kadar gelebilmiş eserlerinin bazıları muhayyer makamında ve zincir usûlünde murabba, bayati makamında ve ağır çenber, nim devir iki murabba, bûselik makamında ve zincir usûlünde murabba, acem makamında ve muhammes usûlünde murabba beste, şehnâz ağır semâidir; mevcut eserlerinin sayısı on dördü bulur.”

Esad Efendi, onun beş yüzü mütecaviz murabbaat, nakış ve şarkısı olduğunu söyler ki, hemen hemen her kütüphânede mevcut olan yazma mecmualarındaki Nazım’ın bestelediği eserler bu sayıya yaklaşır. Şüphesiz Nazım’ın zamanımıza kadar gelmiş eserleri sayı bakımından çok azdır. Bununla beraber klâsik beste tavır ve uslûbumuzun en güzel örneklerinden olan bu eserlerde, Nazım’ın her husustaki kudret ve mahareti umûmiyetle bestekârlıktaki yüksek kabiliyet ve iktidarı pek güzel anlaşılır. Bestelediği yüzlerce eser içinde en güzellerinin bunlar olduğu söylenemez. Şüphesiz onun daha çok güzel, sanatlı besteleri, mûsiki eserlerini tespite yarayan vasıtaların olmaması, nota anlayışının mevcut bulunmamasına rağmen sanatkârlar tarafından rağbet edilmemiş olması, zamanla bir çok makamın terk edilmesi ve unutulması, yüzyılların hâfızalarda yaptığı yıpratıcı teszirler, yeni bestekârların yeni eserlerinin eskileri unutturması gibi sebeplerle kaybolup gitmiştir.

“Nazım’ın muhayyer makamındaki murabba bestesi bu makamın en parlak ve muvaffak olmuş bir eseridir. Bilhassa sadelik içinde çok ince melodik renkler taşıyan şehnaz ağır semâi, herkesin hâfızasını süsleyen sevilmiş klâsik eserlerimizden biridir.”

“Bestelediği eserlerin güftelerini muhtelif şâirlerin divanından almış, bir çoklarını da kendi şiirleri arasından seçmiştir. Elimizdeki eserlerinden, muhayyer murabbanın güftesi müstesnâ, diğerleri kendinindir.”

“Onun bir çok manzumeleri de zamanından zamanımıza kadar gelip geçmiş birçok bestekârlar tarafından bestelenmiştir. Bunlar arasında meselâ, Dellâl-zâde İsmail Efendi’nin yegâh makamındaki iki beste ve iki semâsinin, revnâknüma makamındaki bestesinin güfteleri Nazım’ındır.Hacı Fâik Bey’in nihavend makamında ve zincir usûlündeki (Visâl-i yâre gönül sarf-ı himmet istermiş), zâvil makamında ve muhammes usûlünde (Yakdı cânı bezm-i aşkın âteşin peymânesi) murabbalarıyle Zekâi Dede’nin bayati bûselik makamında ve remek usûlünde (Lâlin gören ey hûrlikâ Kevser’i neyler) murabbaının ve Mustafa İzzet Efendi’nin bestenigâr makamında ve ağır aksak usûlünde (Gayrıdan bulmaz teselli sevdiğim) şarkısının güfteleri Nazım’ındır.”

“Nazım şâirlik ve bestekârlıktan başka hanendelikle de şöhret kazanmıştır. Esad Efendi onun güzel ve tiz bir sesinin olduğunu yazar.”

Edebi Kişiliği:

“Edebiyat tarihimizde (Na’tgûluk)’la ün kazanmış olan Nazım, lisanına hakim, kalemine sahib ve Divan Edebiyatı’nın icab ettirdiği bilgilere hakkıyle vâkıf bir üstad olduğundan, o devirde yetişmiş olan şâirlerimizin ilk sırasında görülür. Edebi kabiliyetini geçmiş zamanlardan kendi zamanına kadar gelerek nazım sahasında kök salmış nevilere göre inkişaf ettirmeye, his ve hayâl tegâhında dokuduğu kumaşların hepsindeki renkleri, nakışları o devrin modasına uydurmaya ve bu sûretle kendinden evvel gelmiş olan ve çağdaşı bulunan yüksek şâirlerle beraber yürümeye muvaffak olmuştur.”

“Nazım’ın en büyük kudreti dini bir vecidle söylemiş olduğu na’tlerde görülür. Onun bu vadideki muvaffakiyeti emsâli arasında kendine cidden müstesna bir mevki kazandırmış, şâirin na’tgûlukla şöhret kazanmasını mûcib olmuştur. Nasıl ki Süleyman Çelebi Mevlid’i ile, Hakani Hilye’siyle tek olarak O almışlarsa, o da na’t söylemek husûsundaki imtiyaz ve inhisarı kimseye devretmemiştir. Hazret-i Peygamber’e karşı yüreğinde çok derin bir aşk duyan şâirin divanı, bu aşkın hissedilmiş bir şekli olan na’tlarla doludur. O bu vadide nazım şekillerinden hiç birini ihmâl etmemiştir. Beyitleri kaside beyitlerine muadil, nazım tarzı kaside nazmına mümasil olan bir çok na’tlar yazdığı gibi, gazal, kıt’a, rubai vs.şekilleri de bu silsileye girmekten mahrum bırakmamıştır. Fakat şâir kaside tarzında yazdığı na’tlerde, gür ve coşkun bir şelâle gibi akması lâzım gelen sözlerini, sun’i kanallardan akıtmak, dar ve mahdut yollardan geçirmek suretiyle ruhundaki âşıkâne cuş u huruşun cezbeli âhengini ihlâl etmiştir.”

“Nazım na’tlarında olduğu kadar değilse bile, kasidelerinde de şâirleri kıskandıracak maharetler göstermiştir. Kasidelerinden meselâ, Sultan II.Ahmed için yazdığı:

Dehrin şeh-i hümâfer Sultan-ı kâmrânı
Han Ahmed-i muzaffer sâhib-kıran-ı-sâni

beyti ile başlayan Musammat Kaside efkâra ait zarafeti, uslûba ait vuzuh ve selâseti nokta-i nazarından birçok şâirleri geride bırakmıştır.

Sultan IV.Mehmed hakkında söylediği;

Hayr-ı makdem ey Şehinşâhân-ı devrin serveri

Kabza-i teshire aldın ser-be-ser-bahr ü beri beyti ile başlayan kasideyi Nef’i’ye nazire olarak söylediği halde, onun selikasını temsil edememiştir. Bununla berabe bu büyük kaside nâzımının kasidesini, kendine mahsus olan vuzuh ve selâstle tanzir ederek güzel bir eser meydana getirmeye muvaffak olmuştur. Onun bütün kasideleri kendinin bu vadide yüksek bir şâir, kuvvetli bir nâzım olduğunu gösterir. Gazellerine gelince, onun bütün gazelleri bu nev’in hakiki mevzûuna pek uygudur. Kendini tarikata sâlik, tasavvufa âşina olmasına rağmen, âşıkâne hisleri ve fikirleri ihtiva eder.”

“Nazım eserlerinde nezahat ve selâste çok riayet etmek ister; kuvvetini soğuk teşbihlerden, tatsız istiarelerden, mübalâgalardan almaz. Mevcut eserlere hakim olan bu sanatlara müracaat ettiği zaman sözlerinin tadını kaçıracak tasarruflara kalkışmaz. Uslûbu diğerlerine nazaran açık ve sade olmakla beraber, eserlerini gramer hatâları, zevki incitecek zihaf ve imâleler yok değildir. Fakat bu gibi müsamahalara en yüksek şâirlerin eserlerinde de rastlandığından, şâiri yok denecek kadar az olan bu sürçmelerden dolayı tenkide, muahezeye kalkışmak insafsızlık olur.”

Nazım fıtraten nazik bir şâir olduğundan, eserlerinde nezahata mugayir bir şey görülmez. Muâsırı olan şâirler arasında Nazım kadar buna riâyet eden ve divanını nezahata mugayyir sözlerden tenzih ve tecrit eden hiçbir şâir yoktur. Sözlerinde ibham, tenkid gibi mânayı güçleştirecek pürüzlere hemen hemen tesadüf edilmez. Ziya Paşa Harabat mukaddimesinde,

İzzet ile hem Nazım ü Sâmi
Bir şivede nazmeder kelâmı

diyor. Hâlbuki Nazım muasırlarından olan Sâmi’ye hiç benzemez. Eserlerinde Sâmi’nin düştüğü garabet ve ibham mezlakalarına düşmemiştir.”

Tarihçi Atâ Bey “…Enderûn’da bulunan mürebbisinin teçvik ve yardımı ile öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. Daha sonra kiler ağalarına verilen bir memuriyete getirildi; buradan emekli oldu” diyor. Esad Efendi ise “….Sultan II. Mustafa zamanında Amca-zâde Hüseyin Paşa tarafından meyve pazarbaşılığına getirildi ve bu hizmette kaldı” diye kaydediyor. Bu olayı bir takım edebi sanatları kullanarak ve teşbihler yaparak şöyle anlatıyor: “…Mûsiki alanında gerçekten yeni biçim eserlerin tohumlarını serperek, daha önce benzerleri görülmemiş renk renk bezenmiş nağme çiçeklerini ustalıkla yerleştirdi, yetiştirdi, yeşertti. Bunları icrâ vazosuna öyle bir yerleştirdi ki, mûsikiden anlayan herkes beğenip hayran kaldı” diye ekliyor, Esad Efendi’ye göre “ sadâsı tiz, edâsı tarâbengizdi.”

Şiir mûsiki zevkini daha çok mevlevihânelerde geliştirildi. Divânı için “o divan değil bir gufran beratıdır” denir. Beşyüz sayfalık bu divanın üçte ikisi hemen hemen na’t’tır. Şiirlerinden birkaç örnek:

Dehânım çeşme-i cândır dehânın vasfında
Sühânım rûh-i revândır sühânın vasfında
Tenime lerze düşer fikr-i derâgûşun ile
Dilimi râşe tutar pirehenin vasfında

***

Destine aldıkça ol şûh-i cihân âyineyi
Aks-i ruhsârı eder âyinedân âyineyi
“Sevdiğim kimdir bana göster” dese ol meh-rû
Destine sad şerm ile sunsam heman âyineyi

***

Yârin bana her veçhiyle hüsn-i nazarı var
Kalbinde yer etse n’ola kalbimde yeri var

***

Veçh-i müniri olmasa yârin nikab-dâr
Nûr-i nigâhı mahveder ol gûy-i tab-dâr

***

“İhâta eyledi gözyaşı cismimi” dediler
Sefinede ola derya, sefine deryâda

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

Bayati Didi Ci Kerdi Ci Kerdi

Bayati Nale Etmezdim Meyi

Bayati Degil Cami Ney Acildi Guli Bagi Tarab Simdi

Buselik Gonul O Turrai Muskin Kemnde Dusmustur

Acem Ol Kim Misali Hale

Sehnaz Didem Yuzune Nazir Nazir Yuzune Didem

Muhayyer Gonul Dusup Hami Giysuyi Yare Kalmistir

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.